0

BOŞANMA DAVASINDAN SONRA AÇILAN NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – AKHİSAR AVUKAT ALİ SAYIM

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

BOŞANMA DAVASINDAN BAĞIMSIZ NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – BOŞANMAYA SEBEP OLAN OLAYLARA YÖNELİK KUSUR DURUMUNUN KESİN DELİL KABUL EDİLEREK TARAFLARIN BOŞANMALARINA ESAS KARARDA YER ALAN KUSUR BELİRLEMESİ GÖZETİLMEK SURETİYLE BİR KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR.

KARARIN ÖZETİ: Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.


(4721 S. K. m. 166, 174, 175, 178, 181, 202, 281) (5718 S. K. m. 38, 50, 54, 58, 59) (6100 S. K. m. 303) (YİBK 10.02.2012 T. 2010/1 E. 2012/1 K.) (YİBK 22.01.1988 T. 1986/5 E. 1988/1 K.) (YİBK 24.12.2014 T. 2014/17-1656 E. 2014/1099 K.)

1. Taraflar arasındaki “bağımsız nafaka ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kırşehir Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 08.11.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 1978 yılında evlendiklerini, davalının yurt dışına gidebilmesi için 1991 yılında anlaşmalı olarak boşandıklarını, 1995 yılında tekrar evlendiklerini, ortak dört çocuklarının olduğunu, müvekkilinin evlilik birliği içerisinde bir anne ve eş olarak tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini, davalının ise eviyle ilgilenmediğini, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamadığını, sadakatsiz davrandığını, müvekkiline hakaret ettiğini, psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığını ileri sürerek müvekkili yararına 25,000,00TL maddi, 40,000,00TL manevi tazminat ve aylık 1,000,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı cevap dilekçesi sunmamış olup; yargılama aşamasında davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kırşehir Aile Mahkemesinin 16.04.2015 tarihli ve 2013/711 E., 2015/250 K. sayılı kararı ile; tarafların yurtdışında boşandıkları, yabancı mahkeme kararının yasalara uygun şekilde tanındığı, davanın ise bağımsız maddi-manevi tazminat ve nafaka talebine ilişkin olduğu, boşanmaya esas yabancı mahkeme kararında tarafların dilekçelerinin yer almadığı, kararın tercümesinde davacının tazminat isteğinde bulunup bulunmadığı hususunun ve mahkemece bu hususun değerlendirilip değerlendirilmediğinin belli olmadığı, taraflar arasında gerçekleşen olayların yurtdışında yaşandığı, dosyada dinlenen tanıkların ise Türkiye’de yaşadıkları, dolayısı ile tazminat şartlarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.07.2015 tarihli ve 2015/12564 E., 2015/14151 K. sayılı kararı ile;

“…Hüküm davacı tarafından, temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

Dava, boşanmadan sonra açılan boşanma sebebine dayalı maddi ve manevi tazminat ile nafaka isteğine ilişkin olup, 08.11.2013 tarihinde açılmıştır. Boşanma kararı yabancı mahkemece verilmiş, 13.12.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Dava süresinde açılmıştır. Davalı erkek tarafından açılan münhasıran boşanmaya ilişkin Flaridsderf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli 16 c8/11h-11 sayılı kararında “evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun … (davalı)’da olduğu” belirtilerek evliliğin bu kararın kesinleşmesi ile sona ermiş olacağına karar verilmiştir. Yabancı mahkeme ilamı kadın tarafından temyiz edilmiş, Viyana Bölge Mahkemesinin 45R 325/1lv sayılı, 27.10.2011 tarihli kararında “evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (erkek) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (kadın) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı “kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir” denilmek suretiyle erkeğin kusurları tespit edilmiştir. Açıklanan bu hususlar gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Kırşehir Aile Mahkemesinin 03.11.2015 tarihli ve 2015/514 E, 2015/670 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların yabancı mahkeme kararıyla boşanmaları ve bu yabancı mahkeme kararının 5718 sayılı Kanun’a uygun şekilde tanınmış olması karşısında, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararında tespit edilen kusurlu davranışlarının, TMK’nın 178. maddesine göre açılan boşanmanın fer’i niteliğindeki nafaka ve tazminat taleplerine yönelik davada kesin delil teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

13. Boşanma kararı, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup; kararın kesinleşmesi ile birlikte evlilik birliği ve birliğin gereği olan haklar ve sorumluluklar sona erer. Boşanma kararı eşler üzerinde kişisel sonuçlar (vatandaşlık, erginlik, kayın hısımlığı ve kadın eş yönünden soyadı) doğurduğu gibi mali sonuçlar da doğurur. Boşanma kararının eşlerle ilgili mali sonuçları 4721 sayılı Kanun’la; maddi tazminat (TMK m.174/1), manevi tazminat (TMK m. 174/2) yoksulluk nafakası (TMK m.175), ölüme bağlı tasarrufların hükümsüz kalması (TMK m.181) ve mal rejiminin tasfiyesi (TMK m. 202-281) olarak düzenleme altına alınmıştır.

14. Boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” hükmünü taşımaktadır.

15. Kanunun 175. maddesinde ise yoksulluk nafakası “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

16. Evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasından doğan tazminat talepleri ve yoksulluk nafakasına yönelik dava hakları “boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” (TMK m. 178). Başka bir anlatımla boşanma kararı kesinleştikten sonra boşanma sebebine dayalı açılacak tazminat ve yoksulluk nafakası davaları evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasına ilişkin hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

17. Somut olayda taraflar 12.01.1995 tarihinde evlenmiş olup, Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli GZ. 16 C 8/11h – 11 dosya numaralı kararında belirtilen “…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun davacıda (…) olduğu,..” gerekçe ile boşanmalarına karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine hüküm Viyana Bölge Adliye Mahkemesinin 45 R 325/11v sayılı kararı ile incelenmiş ve mahkemenin 27.10.2011 tarihinde “…evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (…) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (…) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir, özellikle davalının (…) herhangi bir kusuru ne iddia edilmiş ne da tespit edilmesi istenmiş,…” gerekçesi ile verilen kararın yasalara uygun olduğu belirtilmiştir. 13.12.2011 tarihinde kesinleşen bu yabancı mahkeme kararı, eşlerden …’un istemi üzerine Kırşehir Aile Mahkemesinin 21.02.2013 tarihli ve 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile 5718 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri uyarınca tanımış, tanıma kararının 29.03.2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşamaya dayanak yabancı mahkeme kararının kesinleştiği 13.12.2011 tarihi itibari ile taraflar boşanmıştır.

18. Eldeki davanın niteliği gereği; 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 50. vd. maddeleri ile düzenleme altına alınan tenfiz kavramına ilişkin genel açıklamalarda bulunmak gerekmektedir. Sınır aşan ilişkilerin artan yoğunluğu, özellikle yabancı unsurlu evliliklerden kaynaklanan uyuşmazlıklar başta olmak üzere birçok özel hukuk soranlarına sebebiyet vermektedir. Her devlet kendi mahkemelerinin verdiği kararlarla ulusal çıkarlarını korumaya çalışırken, diğer yandan da beynelmilel faaliyetleri ve kişilerin haklarına saygı kurallarını da gözetmek durumundadır. Egemen devletlerin kendi mahkemelerinin verdiği kararların etkililiği o ülke ile sınırlıdır. Yabancı mahkeme kararlarının verildiği ülke dışında kabul edilmesi, hüküm ve sonuç doğurması ise kararın tanınması ve tenfizi ile mümkündür. Kural olarak tanıma ve tenfiz açılacak ayrı bir dava ile gerçekleştirilebilir. Bu davalar sonucunda tanıma veya tenfiz kararı verilmesiyle birlikte yabancı mahkeme kararı, mahalli mahkeme kararı kuvvet ve niteliğini kazanır (YHGK, 18.10.2018 tarihli ve 2017/108 E., 2018/1459 K. sayılı kararı).

19. 5718 sayılı MÖHUK’un “Tenfiz kararı” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrası ile “Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır,…” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un “Tanıma” başlıklı 58. maddesi ile de “(1) Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz. (2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tâbidir. (3)Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye’de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.” denilerek, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesini, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının Türk Mahkemelerince tespit edilmesi şartına bağlanmıştır. Yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir (MÖHUK m. 59). Türk Hukuku’nda tenfizin etkisi; yabancı mahkeme ilamına “kararın kesin delil veya kesin hüküm etkisi (tanınması) yaratması ve icra edilebilirlik niteliği kazandırması” olmak üzere iki şekilde kendini göstermektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; Türk tanıma ve tenfiz hukukuna göre, her tenfiz kararı, aynı zamanda tanıma kararını da kapsar. Diğer bir söylemle, tenfizine karar verilen yabancı mahkeme ilamı aynı zamanda Türk Hukukunca tanınmış da olmaktadır.

20. Nitekim; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 E., 2012/1 K. sayılı kararında “…Bir ilamın başka bir ülkede o devletin icra organlarını harekete geçirerek uygulanmasını, icra edilebilirliğini bağlamak, ancak tenfiz kararının varlığı ile mümkündür. İcra edilmesinin gerektiği ülkede tenfiz için yabancı mahkeme kararında tenfiz şartlarının var olup olmadığının incelenmesi ve varılacak sonuç dairesinde verilecek tenfiz kararı ile mümkün ve uygun olacaktır. Tenfiz (exeguatur) doktrinde değişik şekillerde açıklanmaktadır. Tenfiz, yabancı mahkeme kararına, kesin hüküm ve kesin delil kuvveti uygun görmek yanında, Türk icra organları aracılığıyla Türkiye’de icra edilebilme gücünün verilmesine ilişkin bir mahkeme kararıdır. Yabancı bir mahkeme kararının Türk Mahkemeleri’nce tenfiz edilebilmesi için, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığı çözmek için verilmiş olması gerekir (5718 s. MÖHUK m.50). Hukuk davalarının usul hukukuna ilişkin bir vasıflandırma olmasına, vasıflandırmaya ilişkin değerlendirmeler ile hangi tür davaların hukuk davası olacağı, tenfizin talep edildiği ülke hukukuna göre belirlenecek ve değerlendirilecektir. Diğer yönüyle; yabancı ilamın, verildiği ülke hukukuna göre şekli anlamda kesinleşmiş olması gerekir. Tenfiz davasında hukuki yarar şartı öncelikle incelenerek, kararı verecek olan hâkimin, yalnızca yabancı kararın tenfiz edilebilmesi için Türk Hukuku’nda aranan şartları taşıyıp taşımadığını irdelendikten sonra, şartların bulunması halinde artık tenfiz (exequatur) kararını verebilecektir. Tenfiz mahkemesinin, yabancı mahkemenin esasa uyguladığı hukuku ve aynı şekilde kendi usul hükümlerini doğru uygulayıp uygulamadığını inceleme ve yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmamaktadır (2675 s. MÖHUK m.38/c, 5718 s. MÖHUK m.54/a, b, c, ç). Ancak, yabancı mahkeme ilamının Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması halinde, tenfize her şekilde engel bulunduğu 5718 sayılı Kanun’un amir hükmü gereğidir,…” şeklinde gerekçe ile tanıma ve tenfiz kavramları açıklanmış olup, buna göre; tenfiz mahkemesinin, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığa yönelik verilmiş bulunan yabancı mahkeme kararına ilişkin maddi hukuk ve usul hukuku denetimi yaparak, yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmadığına karar verilmiştir.

21. Türk Hukuku’nda kusurlu olup olmama durumunun boşanmanın mali sonuçları yönünden önem taşıdığı dikkate alındığında, uyuşmazlığın çözümünde kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. Boşanma nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep olmayan olayları nedensellik bağının kurulmasında ölçü olarak alamaz. İşte bu sebeple; eşlerin kusurlu davranışlarının boşanmaya sebep olup olmadığı yönünde kurulması gereken “nedensellik bağı” kavramının, boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden mahkeme tarafından yapılmış olması gerekliliği hususu kuşkusuzdur. Zira taraflar yönünden boşanma kararını veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını belirlemiş ve boşanma kararı vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep olan olay veya olaylar artık belirlenmiştir. Boşanma kararının verildiği hükmün kesinleşmesi itibariyle, artık o evlilik nedeniyle doğmuş veya doğacak olan tüm davalar boşanma kararının verildiği mahkeme kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır. Nitekim benzer husus 22.01.1988 gün ve 5/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karar gerekçesinde “…Sözü edilen olaylar boşanmaya yol açabildiği halde kişisel menfaatleri ağır bir biçimde haleldar etmeyebilir. Hakimin değerlendireceği husus o olayların boşanmayı gerektirip gerektirmeyeceği hususu elbette değildir; bu yön boşanma ilamı ile artık kesinleşmiştir…” şeklinde açıklanmıştır.

22. Vurgulamakta fayda vardır ki; MÖHUK’un 59. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm uyarınca, yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir. Kesin hüküm kavram itibari ile adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukuki güvenlik sağlanmaktadır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dâhil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava yeniden incelenemeyeceği (kesin hüküm itirazı) gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır (kesin delil).

23. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. ve 04.12.2013 tarihli ve 2013/20-300 E., 2013/1629 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir. Buna göre; aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı konuya ilişkin yapılan yargılamada kesin hükme bağlanmış olan vakıa (HMK m.303/2), görülmekte olan diğer bir ikinci davada ileri sürülen aynı iddia veya savunma yönünden kesin delil teşkil edecektir.

24. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna yönelik yapılan değerlendirmede; boşanma davası ile TMK’nın 178. maddesine göre açılan her iki davanın da taraflar arasındaki evlilik birliğine dayalı hukuki ilişkiden kaynaklandığı, yukarıda da vurgulandığı üzere; aynı taraflar arasında, aynı hukuki ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan “kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin” tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, hâkimin kesin delilleri takdir yetkisinin bulunmadığı gibi ayrıca TMK’nın 178. maddesine göre açılan davaların, boşanma davasının devamı niteliğinde olduğu, artık bu davada hâkimin, boşanma davasıyla belirlenen kusurlu davranışların boşanmaya sebep olması nedeniyle boşanma davasında belirlenen kusur belirlemesi ile bağlı olduğu, başka bir ifadeyle boşanma kararında taraflarca gerçekleştirildiği kabul edilerek kesinleşen kusurlu davranışların, TMK’nın 178. maddesine göre devam edilen davada kesin delil oluşturacağı, hâkimin boşanmaya sebep olan olaylar yönünden yeniden bir kusur belirlemesi yaparak nafaka ve tazminatlara ilişkin karar veremeyeceği açıktır.

25. Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

0

Boşanma davasında tazminat / Akhisar Boşanma Avukatı

AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / Akhisar Avukat

T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ 2019/4494 E. 2019/8456 K.

KARARIN ÖZÜ: 1-Mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen tarafların kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebep olan vakıalarda davalı-karşı davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekmekle, bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

2- Boşanmaya neden olan olaylarda davalı-karşı davacı erkek ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Kadın, boşanma sonucu eşin maddi desteğinden yoksun kalacaktır. Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu durumda tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı, hakkaniyet kuralları gözetilerek davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

3- Hakim, taleple bağlı olup fazlaya karar veremez (HMK m.26). Açıklanan sebeplerle bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda usuli kazanılmış hakka aykırı şekilde ve talep aşılarak aylık … TL yoksulluk nafakası ile ortak çocuklardan her biri yararına aylık 150’şer tedbir ve aylık 200’er iştirak nafakasına hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

KARAR : 1-)Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve özellikle taraflara kusur olarak yüklenen “Birbirlerine bağırarak konuştukları” eyleminin evlilik birliği içerisinde önceki dönemlere ilişkin olduğu ve bu vakıadan sonra evlilik birliğinin devam ettiği, bu kusurun taraflarca karşılıklı olarak affedildiğinin, en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulü gerektiği ve taraflara kusur olarak yüklenemeyeceğinin anlaşılmasına göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-)Mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen tarafların kusurlu davranışlarına göre boşanmaya sebep olan vakıalarda davalı-karşı davacı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

3-)Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere boşanmaya neden olan olaylarda davalı-karşı davacı erkek ağır kusurlu olup, bu kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Kadın, boşanma sonucu eşin maddi desteğinden yoksun kalacaktır. Türk Medeni Kanunu’nun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu durumda tarafların ekonomik ve sosyal durumları, kusurun ağırlığı, hakkaniyet kuralları gözetilerek davacı-karşı davalı kadın yararına uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminata hükmedilmesi gerekirken, hatalı kusur belirlemesine bağlı olarak kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

4-)Mahkemece verilen ilk hükümde kadın yararına aylık 150-TL tedbir ve yoksulluk nafakası, velayeti anneye verilen ortak iki çoçuktan her biri için aylık 100’er TL tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiş, davacı-karşı davalı kadın tarafından yapılan temyiz itirazında nafakaların miktarı temyiz konusu edilmemiştir. Bozma sonrası verilen ikinci kararda ise; kadın yararına aylık 150 TL tedbir ve aylık 200 TL yoksulluk nafakasına, ortak çocuklardan her biri için aylık 150’şer TL tedbir nafakasına ve aylık 200’er TL iştirak nafakasına hükmedilmiştir. İlk hükümde kadın tarafından tedbir, yoksulluk ve iştirak nafakaları temyiz edilmeyerek nafakaların miktarı yönünden davalı-karşı davacı erkek yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Ayrıca dava dilekçesinde kadın kendisi için aylık 150 TL tedbir ve yoksulluk nafakası, ortak çocuklardan herbiri için aylık 100’er TL tedbir ve iştirak nafakası istemiş olup 20.11.2018 tarihli hükümde taleplerin aşıldığı anlaşılmaktadır. Hakim, taleple bağlı olup fazlaya karar veremez (HMK m.26). Açıklanan sebeplerle bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda usuli kazanılmış hakka aykırı şekilde ve talep aşılarak aylık 200 TL yoksulluk nafakası ile ortak çocuklardan her biri yararına aylık 150’şer tedbir ve aylık 200’er iştirak nafakasına hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI /AKHİSAR AVUKAT

0

TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLI ARAÇ DEĞER KAYBI VE ARAÇ MAHRUMİYET BEDELİ ÖDENMESİ İSTENEBİLİR – Avukat Ali SAYIM Akhisar/Manisa

Akhisar Avukat, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

Aracınızla karışmış olduğunuz bir trafik kazası neticesinde aracınızda bir hasar meydana gelecek ve bu hasara bağlı olarak aracınızda bir değer kaybı söz konusu olacaktır. aracınızda meydana gelen hasardan kaynaklı onarım bedelini, aracınızın perte çıkması halinde araç bedelini trafik kazasında kusurlu olan tarafın sigortasından poliçe limitleri dahilinde talep etmeniz mümkün olacaktır. Söz konusu talepler için kazanın meydana gelmesindeki kusur oranı önem arz etmektedir.

Yine aracınız kaza sebebiyle bir süre tamirde kalacak ve bu sebeple bir süre araçtan mahrum kalmanız sebebiyle araç mahrumiyet bedeli talep etme hakkınız doğacaktır.

Aşağıda paylaşmış olduğumuz Yargıtay kararında araç değer kaybı bedelinin ve araç mahrumiyet bedelinin hangi kriterlere göre hesaplanması gerektiğine açıkça yer vermiştir. ilgili kararı paylaşıyoruz.

17. Hukuk Dairesi 2016/9290 E. , 2017/3380 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 23/04/2014 tarihinde meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasından sonra davacı aracında değer kaybı meydana geldiğini, 19 gün kira karşılığı olarak da 1900 TL ödediğini, beyan ederek aracında meydana gelen değer kaybı ve araç kiralama bedelinin ödenmesi belirsiz alacak davası ile talep ve dava etmiştir.
Davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili kısaca davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece; Davacı için 6.000 TL araçtaki değer kaybı tazminatının ve 1.900 TL araç kiralama ücreti olmak üzere toplam 7.900 TL nin olay tarihi olan 23.04.2014 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, …Tavukçuluk Yem San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava trafik kazasından kaynaklanan araç kullanamama bedeli ve araç değer kaybının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece benimsenen 28.10.2015 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda 6000 TL. değer kaybı tazminatına hükmolunmuş ise de, mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda araç değer kaybı hesaplaması doğru yapılmamıştır. Eksik inceleme ve hüküm kurmaya elverişli olmayan bilirkişi raporuna göre karar verilemez.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da araç değer kaybı konusunda hesap yapmaya ehil… veya Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyeti gibi kurum veya kuruluşlardan seçilecek hasar konularında uzman bilirkişi (makina mühendisi) veya bilirkişi kurulundan tüm dosya kapsamına göre; davacı aracının modeli, markası, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi gibi hususlar gözönünde bulundurularak kaza tarihi itibariyle serbest piyasadaki 2. el piyasa rayiç değeri (hasarsız haliyle) ile aracın hasarı onarıldıktan sonraki haline göre serbest piyasadaki 2. el piyasa değeri arasındaki fark (aradaki farkın değer kaybı olarak kabul edilmesi) hususlarında ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
3- Davacı taraf, aracın tamirde kaldığı 19 gün içinde davalıdan araç kullanma bedeli olarak 1900 TL talep etmiş, mahkemece de 19 gün aracın kullanılamadığı, günlük 100 TL kiralama bedeli olduğunu belirten bilirkişi raporuna göre hüküm kurmuştur.
Bilirkişi, ikame araç bedeli yönünden değerlendirme yaparken,aracın 19 gün boyunca tamirde kalmasını esas almıştır. Araçta oluşan hasarın giderilebilmesi için gerekli makul tamir süresinin ne olduğu konusunda gerekçeli ve denetime açık, tespit raporunu da irdeleyen bir değerlendirme yapmamıştır. Bu anlamda bilirkişi raporu, hüküm kurmaya elverişli olmadığından eksik inceleme ile karar verilmesi doğru değildir.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda yeniden uzman bir kişiden alınacak tespit raporuyla saptanan araç hasarının onarımı için gerekli makul tamir süresi ve serbest piyasa koşullarına göre ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklandığı üzere davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı … San. Tic. Ltd. Şti’ye geri verilmesine 29.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Akhisar Avukat, Akhisar Tazminat Avukatı, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

0

MİRASÇILARDAN MAL KAÇIRMA / MUVAZAALI İŞLEM SEBEBİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI SIRASINDA TAŞINMAZIN DEVREDİLMESİ HALİNDE İZLENECEK YOL. (Akhisar Avukat Ali SAYIM)

Miras Avukatı, Akhisar Miras Avukatı, Akhisar Avukat, Mal kaçırma sebebiyle dava açmak, mirasçılardan mal kaçırma, vekaletle mal kaçırılması durumunda dava hakkı, Manisa Akhisar Avukat Ali SAYIM, SAYIM HUKUK BÜROSU

Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiyedevrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur. b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür. Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

T.C YARGITAY 1. HD Esas: 2021/ 10535 Karar: 2022 / 4238 Karar Tarihi: 26.05.2022

İLK DERECE MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleştirilen davanın reddine ilişkin kararın, asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1.Asıl davada davacı, mirasbırakan annesi …’a kendi babası …’dan birçok taşınmaz intikal ettiğini, mirasbırakan …’nın örf ve adetlere olan bağlılığı nedeniyle taşınmazlardaki tasarruf yetkisinin ağabeylerinde olması gerektiği inancı ile hareket ederek babası …’dan intikal eden miras payının intikali ve satışı için dava dışı kardeşi…’a vekaletname verdiğini, bu vekaletnameye dayanarak dava konusu kök mirasbırakan … adına kayıtlı 2014 ada 10 parsel sayılı taşınmazın önce mirasçılarına intikal ettiğini, ardından satış gösterilmek suretiyle davalılara devredildiğini, ancak temlikin muvazaalı olduğunu, ödeme yapılmadığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile payları oranında mirasbırakanın mirasçıları adlarına tesciline karar verilmesini istemiştir.

2.Asli müdahiller, dava konusu taşınmaz üzerinde mirasçı olduklarını, miras haklarının çiğnendiğini ileri sürerek, asli müdahiliklerine ve miras payları oranında tapu iptal-tescile karar verilmesini istemişlerdir.

3.Asıl davada davacı ve birleştirilen davada davacılar(asli müdahiller) vekili, yargılama sırasında verdiği 26/11/2014 tarihli dilekçesi ile dava açıldıktan sonra taşınmazın devredildiğini, HMK’nın 125 inci maddesi uyarınca tapu iptal ve tescil davası olarak taşınmazı devralan kişiye karşı davaya devam ettiklerini bildirerek yeni .. ‘nin davaya dahil edilmesini istemiş, 09/12/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile; bir kısım davacıların mirasbırakan annesi…’dan, bir kısım davacıların kendisinden hile ve desiselerle, intikal işlemleri için alınan vekaletnamelerle yapılan temliklerin muvazaalı olduğundan bahisle, asıl davanın tümden ıslahı suretiyle tapu kaydının miras payı oranında iptali ile yine payı oranında davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

1.Davalılar … ve …, mirasbırakanları…’nın sözlü olarak dava konusu taşınmazın davalı … ile dava dışı…’a ait olmasını vasiyet ettiğini, bu kapsamda mirasbırakanlarının arzusu doğrultusunda mirasbırakan …’nın da yer aldığı tüm kardeşlerin sıhhatli iradesi ile temlik işlemini gerçekleştirdiğini, taşınmazın 27/08/2013 tarihinde ivazlı olarak …’ye temlik edildiğini, satış sonrası, mirasbırakanları…’in sözlü vasiyeti gereği kız kardeşleri veya mirasçıları ile irtibata geçildiğini, davacının kardeşleri olan …, … ve …’a uyuşmazlığa konu taşınmaz ile ilgili ödemede bulunduklarını, asıl davada davacı ve kardeşi …ile sağlıklı bir iletişim kuramadıklarını, taşınmaz bedeline ilişkin davacıya da ödeme yapmamaları için hiçbir neden bulunmadığını, pasif husumet ehliyetleri bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

2.Dahili/davalı …, taşınmazı iyiniyetli olarak satın aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 17/12/2019 tarihli ve 2013/465 E. 2019/328 K. sayılı kararıyla; asli müdahale talep edenlerin davasının tefrikine karar verilmiş, bilahare dosyalar yeniden birleştirilmiş, asıl dava ile birleşen asli müdahale talepli davanın murismuvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkin olduğu, dava konusu taşınmazın dava açıldıktan 26 dakika sonra …’ye devredildiği, …nın 125. maddesi gereğince seçimlik hak kullanılması neticesinde davanın devralan yeni malike yöneltildiği, mirasbırakan …’ın taşınmazı devrettiği tarihte davacı çocuklarını ve kardeşlerini mirasından mahrum bırakmasını gerektirecek herhangi bir olgunun varlığının tespit edilemediği, davacılardan mal kaçırmasını gerektirecek bir husumet veya menfaat çatışmasının somut olarak ispatlanamadığı, davanın geçerli delillerle ispat edilemediği; taşınmazın yeni maliki …’nin taşınmazı satın aldığı, iyiniyetli üçüncü kişi konumunda olduğu, muvazaalı işlem yaptığına dair somut bir delilin bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın davalılar … ve …’ya, aslında bedelsiz olarak bağışlama ile devredildiği halde satış göstermek suretiyle muvazaalı temlik edildiğini, dava açıldıktan 26 dakika sonra davalı …’y e devredildiğini, Mahkemenin talebi doğrultusunda … ’ye karşı ıslahla birlikte dava yöneltildiğini, hem ilk davadaki ve hem de birleşen ikinci davada başından beri talebin; taşınmazı muvazaalı olarak temlik alan … ve … ile taşınmazı temlik alan üçüncü kişi …’ye karşı birlikte talep şeklinde olduğunu, öncelikle taşınmazın muvazaalı olarak kötü niyetli üçüncü kişiye temliki nedeniyle taşınmazın tapu kaydının davacıların payları oranında iptali ve adlarına tescili, bu mümkün olmadığı takdirde, taşınmazın davacıların paylarına düşen kısmının dava tarihindeki değeri ile bu bedelin dava tarihinden itibaren yasal faizinin asıl davanın dava dilekçesinde belirtilen davalılardan tahsili şeklinde olduğunu, esasen bu gibi durumlarda davanın …nın 125. maddesi gereğince yeni malike de yöneltilerek (davaya dahil edilerek) birlikte sürdürülmesi gerekli ve mümkün iken, Mahkemenin zorlaması nedeniyle davada usuli hatalar yapıldığını, taraf teşkilinin hatalı olduğunu, davacılardan …, …, … ve …’ın anneleri …’den alınan vekaletname ve davacılardan … ve …’dan alınan vekaletname ile dava dışı vekil… tarafından dava konusu taşınmazın davalı eşi … ile davalı kardeşi …’ya bedelsiz olarak temlik ettiği ve söz konusu temlik işlemi sonrası vekil edenlere bir bedel ödemediği hususunun Mahkemece göz ardı edildiğini, asıl davada, dava konusu taşınmazdaki payın vekil aracılığı ile bedelsiz olarak, mirasbırakan annenin erkek kardeşleri olan davalılara gelenek, görenek ve aile baskısıyla gerçekleştiğinin, satışta bir para ödenmediğinin sabit olduğunu, birleştirilen davada ise davacılar …, … ve …’ın asıl davadaki davacının kardeşleri olup aynı durumda olduklarını, birleştirilen davadaki diğer davacılar … ve …’nın ise kök mirasbırakan …’nın oğulları olup, asıl davanın davacısının annesi gibi kardeşleri/davalılardan …’nın eşi…’ya vekaletname verdiklerini, bu davacılara da hiçbir bedel ödenmeksizin paylarının devredildiğini, davalı tarafın soyut bir beyanından başka hiçbir iddia ve delil sunulmadığını, mirasbırakan …’nın gerçek iradesinin bağışlama, söz konusu satışın muvazalı olduğunun çekişme dışı olduğunu, birleştirilen davadaki diğer davacılar … ve …’ya ise bir bedel ödenmediğinin de sabit olduğunu, taşınmazı temlik alan üçüncü kişinin kötü niyetli olduğu ortaya konulmuşsa da Yerel Mahkemece bu hususun göz ardı edildiğini, hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde taşınmazın devri gerçekleşmeden önce taşınmazın bedeli ödendiğini, 1.100.000,00 TL’ye satıldığı iddia edilen taşınmazın aslında 550.000,00 TL’ye muvazaalı bir şekilde devrinin gerçekleştirildiğini, davalılar ile taşınmazı temlik alan üçüncü kişi dahili davalının resmi satış senedinde görüleceği üzere satış anında aynı binada ikamet ettiklerini, davalı tanıklarının çelişkili ve gerçek dışı beyanlarının taşınmazın muvazaalı devredildiğini gösterdiğini, sonradan oluşturulan belgeler ile çelişen tanık anlatımlarının söz konusu işlemin gerçek bir satış olmadığını ve muvazaayı ortaya koyduğunu, davalı tarafça satışın gerçekliğine dair hiçbir delil de sunulmadığını, davaya konu taşınmazın değerinden fahiş oranda düşük bir bedelle satıldığını, davalıların işbirliği içerisinde hareket ettiklerini, dahili davalı üçüncü kişinin kötü niyetli olarak taşınmazı temlik aldığı sabit olduğundan, bu davalı bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, talebin hatalı olarak değerlendirildiğini, davanın ikame edilmesinden sonra temlik gerçekleştiğinden, yeni malike karşı da ileri sürülmesi halinde yeni malike yönelik talebin reddi halinde eski malikler yönüyle bedel üzerinden hüküm kurulması gerekirken Yerel Mahkemece bu hususun göz ardı edildiğini bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 22/09/2021 tarihli ve 2020/770 E. 2021/1269 K. sayılı kararıyla; mirasbırakan …’nın mal kaçırma iradesi ile hareket ettiğinin ispat edilemediği, davacı tarafın vekaletin kötüye kullanıldığı iddiası da bulunmadığı, birleştirilen davada … mirasçısı … ve …’nın ise kendi muvazaalarına dayanamayacakları, ilk temlik işlemi yönünden murismuvazaası ve muvazaa kanıtlanamadığından, ikinci el alıcı dahili davalının iyiniyetli olup olmadığının değerlendirilmesine gerek bulunmadığı, sonucu itibarıyla Mahkemece asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca, davacıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesindeki itiraz nedenlerini yineleyip, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

3.2.1. Hemen belirtmek gerekir ki; hâkim davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca, ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgular çerçevesinde hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.

3.2.2.Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

3.2.3. Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen; \”Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.\” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğüaltındadır.

Vekâletinkapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

3.2.4. 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi; ” – (1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiyedevrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.(1)

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. (Ek cümle:22/7/2020-7251/11 md.) Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” hükmüne yer verilmiştir.

3.2.5. Diğer taraftan; Miktar veya değeri kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi uyarınca temyiz edilemez. Temyize konu edilen miktarın kesinlik sınırının altında kalması hâlinde anılan Kanun’un 366. maddesi atfıyla aynı Kanun’un 352. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekir.

3.3. Değerlendirme

3.3.1. (V/3.2.1.) no.lu paragraftaki yasal düzenleme nazara alındığında; iddianın içeriğinden ve ileri sürülüş biçiminden asıl ve birleştirilen davada davacıların murismuvazaası hukuksal nedeninin yanı sıra vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasına da dayandıkları anlaşılmaktadır.

3.3.2.Hemen belirtilmelidir ki, pay oranında açılan murismuvazaası hukuki nedenine dayalı davalarda davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan, dava değerinin davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin payına isabet eden değer olacağı kuşkusuzdur.

Dosya içeriğine göre, asıl ve birleştirilen davada mirasbırakan …’nın mirasçıları …, …, …ve … tarafından açılan murismuvazaası hukuksal nedenine dayalı dava bakımından, dava konusu taşınmazdaki mirasbırakan…tarafından devredilen payın keşfen saptanan 300.505,00 TL değeri üzerinden her bir davacının 1/5 miras payına karşılık gelen değer 60.101,00 TL olmakla; temyize konu edilen bu miktar Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibariyle kesinlik sınırı olan 78.630,00 TL’nin altında kalmaktadır.

3.3.3. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1950 doğumlu mirasbırakan …’ın 26/04/2011 tarihinde ölümü ile mirasçıları olarak asıl davada davacı oğlu …, birleştirilen davada davacı çocukları …, …ve … ile dava dışı oğlu …’un kaldıkları, … ile birleştirilen davada davacılar … ve … …’ın kardeş oldukları, kök mirasbırakan … adına kayıtlı çekişme konusu 10 parsel sayılı taşınmazın, …’in ölümü ile 16/04/2007 tarihinde mirasçıları …, …, … …, …, … , … ve…’a 1/7’şer paylarla intikal ettiği, paydaşların paylarını aynı tarih ve resmi senette satış suretiyle davalılar…ile …’a devrettiği ve taşınmazın 1/2’şer paylarla davalılar…ve … adına tescil edildiği, satış işlemini…ile birleştirilen davada davacılar … ve … …’a vekaleten dava dışı vekil…’un yaptığı, davalı …’in dava dışı vekil…’un eşi olduğu, bilahare davalılar…ve …’ın taşınmazı 27/08/2013 tarihinde saat 13:43’te dahili/davalı …’ye satış suretiyle temlik ettiği, asıl davanın 27/08/2013 tarihinde saat 13:22′de açıldığı, asli müdahiller (birleştirilen davada davacılar) vekilinin 22/11/2013 tarihinde asli müdahale dilekçesini verdiği, Mahkemece asli müdahale talep edenlerin davasının tefrikine karar verildiği, tefrik edilen dosyanın yeniden iş bu dava dosyası ile birleştirildiği, asıl davada davacı … ile birleştirilen davada davacılar …, …ve …’ın mirasbırakanları …’nın ve birleştirilen davada davacılar … ve … …’ın dava konusu taşınmazdaki paylarını vekil aracılığıyla devrettiği, kendilerine bedel ödenmediği, bu suretle davada vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, asıl dava açıldığında ve müdahale dilekçesi verildiğinde davalı olarak gösterilen ilk davalılar…ve …’ın HMK’nın 125. maddesi uyarınca halen davalı oldukları da dosya kapsamında sabittir.

3.3.4.Somut olayda; birleştirilen davada davacılar … ve … … yönünden vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından bir inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılmış değildir.

Asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve …’ın (mirasbırakanları…yönünden) vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasına gelince;

Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Anılan davacılar dışında başkaca mirasçının da bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki murismuvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması, hata, hile, gabin vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlerinin sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (Türk Medeni Kanunu’nun 640. maddesi) tartışmasızdır.

Anılan davacılar tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine dayalı olarak 3. kişiye karşı pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunduğu söylenemez.

Öte yandan, tereke adına dava açılmadığına göre terekeye mümessil tayin edilerek yargılamaya devam edilmesi de pay oranında açılan davanın dinlenmesini olanaklı hale getirmez.

3.3.5. Hal böyle olunca; tüm davalılar yönünden hüküm kurulması gerektiği nazara alınmak suretiyle, asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve … tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası ile miras payı oranında açılan davanın dinlenemeyeceğinin gözetilmesi, birleştirilen davada davacılar … ve … … yönünden vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından ise (V/3.2.3.) no.lu paragrafta belirtilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, buna göre delillerin değerlendirilmesi, son kayıt maliki yönünden de TMK’nın 1023. maddesine göre değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı nitelendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

VI. SONUÇ:

1. (V./3.2.5.) no.lu paragrafta yer verilen yasal düzenlemeler uyarınca ve (V./3.3.2.) no.lu paragrafta açıklanan nedenlerle; asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve … bakımından murismuvazaası hukuki nedenine dayalı dava yönünden davacılar vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE,

2. (V./3.3.3.), (V./3.3.4.), (V./3.3.5.) no.lu paragraflarda açıklanan nedenlerle; davacıların değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İstanbul Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz eden tarafa geri verilmesine, 26/05/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

Miras Avukatı, Akhisar Miras Avukatı, Akhisar Avukat, Mal kaçırma sebebiyle dava açmak, mirasçılardan mal kaçırma, vekaletle mal kaçırılması durumunda dava hakkı, Manisa Akhisar Avukat Ali SAYIM, SAYIM HUKUK BÜROSU

0
marka davaları

MARKA HAKKINI İHLAL SEBEBİYLE TAZMİNAT – MARKAYA TECAVÜZÜN TEPSİTİ, MEN’İ VE TAZMİNAT DAVASI – Manisa Akhisar Avkukat Ali SAYIM

Marka hakkının ihlal edilmiş olması sebebiyle marka hakkı sahibi gerçek veya tüzel kişinin tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır. Aynı zamanda söz konusu ihlalin/tecavüzün sonlandırılması için tecavüzün Men’i yönünde de mahkemeden talepte bulunulabilir. bu konuya örnek ve güncel bir yargıtay kararını sizlerle paylaşıyoruz.

T.C YARGITAY 11.Hukuk Dairesi 2021/ 6012 E. 2023 / 849 K. ve 15.02.2023 tarihli kararı

Taraflar arasındaki markaya tecavüzün tespiti, men’i ve tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Türk Patent ve Marka Kurumunda (TPMK) tescil ettirmiş olduğu \”Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisi …\” ve \”Adıyamanlı …\” markası ve adına tescilli logo altında çiğköfte, ayran, nar ekşisi ve sos üretimi yaptığını, davalının Bursa’da yaklaşık üç yıldır müvekkiline franchise sözleşmesi ile bağlı olarak faaliyet gösterdiğini, taraflar arasındaki sözleşme mevcut iken 2013 yılı Kasım ve Aralık aylarında davalının faaliyet gösterdiği çevredeki müşterilerden ürünlerin tadının ve kalitesinin bozulduğu yönünde müvekkiline şikayetlerin gelmeye başladığını, davalının müvekkilinin bayisi olmasına rağmen sattığı ürünleri müvekkilden temin etmediğini, haricen yapılan araştırmalar sonucunda davalının … isimli şahıstan çiğ köfte satın alarak müvekkilinin markası ve logosu altında sattığını öğrendiğini ileri sürerek davalının eylemi ile markahakkınıihlal ettiğinin tespitine, davalının iş yerinde resim, logo, broşür, reklam vs. müvekkilinin marka hakkına tecavüz teşkil eden her türlü ürünün kullanımının önlenmesine, davalının maddi tazminat talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,000 TL manevi tazminata hükmedilmesine, Mahkeme kararının masrafları davalıdan alınarak ilânına karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalı kullanımının davacı markası ile bir ilgisi olmadığını, iş yeri tabelasında …’ya ait logo ve markanın kullanıldığını, bu markanın da tescili için müracaat edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı tarafa ait tescilli markaların birebir davalı iş yerinde meşhur Adıyaman Köftecisi … 2011/110315, … ve çiğ köfte resminin yer aldığı 2011/114154, … şekil markasının iş yerinde tabela, ambalaj kağıdı, logo ve kartvizit olarak kullanımının birebir davacı taraf markasına benzer ve şekil markalarını anımsatacak şekilde olduğu, ortalama tüketici nezdinde kullanımın davacı markasını çağrıştırdığından söz konusu kullanımın ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğu ve davacının tescilli markalarının sınıfı dikkate alındığında kullanımın aynı sınıfta olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalı tarafın iş yeri duvarlarında ürün ambalaj kağıtlarında kullanımlarının davacıya ait …, Meşhur Adıyaman Çiğköftecisi markaları ve logosuna benzer şekilde kullanımın markaya yönelik tecavüzün tespiti ve men’ine, davalı tarafın …, Meşhur Adıyaman Çiğköftecisi ibarelerinin davacı fotoğraf ve logolarının benzer kullanımların engellenmesine, logo, broşür, kartvizit ve tanıtım evrakına el konulmasına, kaldırılmasına, imhasına, 10.000,00 TL manevi tazminatın davalı taraftan tahsili ile davacıya ödenmesine ve hükmün ilânına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacı ile müvekkili arasında kesinlikle franchise ilişkisinin bulunmadığını. davacı 2014/00525 başvuru numaralı A’ya ait markanın hükümsüzlüğü için Bursa 3 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/638 E. sayılı dosyası ile dava açmışsa da, davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu. davacıya ait tabelanın tahrip edilerek fotoğrafının değiştirilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, ‘nın 2014/00525 başvuru numaralı markasının bulunduğunu, bir ihlal varsa …’nın yaptığını, çiğ köfteciliğin herkes tarafından yapılabileceğini belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile değişik iş dosyasındaki keşif tutanağında davalı beyanlarının zapta geçirildiği, davalının keşiften üç hafta önceye kadar davacı …’tan ürün aldığını ve yaklaşık 2,5-3 yıldır iş yerinde sattığı ürünleri …’tan satın aldığını beyan ettiği, delil tespit raporunda davalıya ait iş yerinde bulunan helal gıda belgesi, 2007/14636 numaralı marka tescil belgesi, ISO 22000:2005 belgesi ve gıda üretim izin belgesinin, davacı adına düzenlendiğinin tespit edildiği, bu durumda davalının 2,5-3 yıllık süre içerisinde davacının bayisi olarak faaliyet gösterdiği ve davacı markaları ve logolarından haberdar olduğunun anlaşıldığı, davalı tarafça üçüncü kişi … adına tescil başvuruları yapılmış markaların işyerinde kullanıldığı beyan edilmişse de, Mahkemece başvuru sonuçlarının beklendiği, ..’ya ait 29/30/35/43 üncü sınıflarda 2013/199178 sayılı, 35 ve 43 üncü sınıfta 2014/00524 sayılı marka başvurularının müddet olduğu, tescil edilmediği, 2014/0525 sayılı marka başvurusunun ise davadan sonra yapıldığı

davalının dava tarihindeki kullanımının geçerli ve tescilli markalara dayanmadığı, iş yerindeki evraklarda ve kartvizitlerde kullanılan logo ve tabeladaki fotoğrafın davacı markaları ile iltibas yarattığı ve davacı markalarının tescil sınıflarında kullanım olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; müvekkilince dava dışı …’ya ait ürünlerin kullanıldığını, bir ihlal var ise husumetin …’ya yöneltilmesi gerektiğini, \”meşhur Adıyaman çiğ köftecisi\” ibaresinin zayıf ayırt ediciliği nedeniyle iltibas yaratmayacağını, iş yeri tabelasındaki resmin davacıya benzemediğini, müşterilerin bu resimleri karıştırmayacağını belirterek kararın bozulmasını istemiştir

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Dava, markaya tecavüzün tespiti, men’i ve tazminat istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.

3. Değerlendirme

1.Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

2.Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 15.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Marka avukatı, Akhisar Marka Avukatı, Akhisar Avukat, Marka davaları avukatı, marka tescil işlemleri avukatı, Marka Tazminat Avukatı Akhisar/Manisa

1 2 3 4 9
Konuşmayı Başlat
Whatsapp
Merhaba
Size nasıl yardımcı olabiliriz?