0

BOŞANMA DAVASINDA TAZMİNAT VE KUSUR DURUMU – AKHİSAR AVUKAT

Akhisar Avukat, Akhisar Boşanma Avukatı, Akhisar Boşanma tazimat avukatı

Boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurlu ise eşit kusurlu eş yararına maddi tazminata karar verilemez. Boşanma davalarında tazminatı ve tazminat miktarını belirleyen en önemli unsur TARAFLARIN KUSUR DURUMUDUR. öncelikli olarak birisi lehine tazminata hükmedilebilmesi için yapılan yargılama neticesinde kusursuz veya karşı taraftan daha az kusurlu olması gerekmektedir. Karşı tarafın tam kusurlu veya ağır kusurlu olması halinde farklı bir durum meydana gelmedikçe tazminat alınabilmesi mümkündür. Kusur durumunun tespit edilmesi ve yargılamada tazminata hak kazanabilmenin en iyi yolu yargılama usulünün doğru takip edilmesi ve iddiaların ispat edilmesinden geçmektedir. Bu konuda Yargılamanın Boşanma Avukatı aracılığı ile takip edilip sağlıklı bir süreç yürütülmesi doğru olacaktır.

T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2019/7034 K. 2020/773 ve 5.2.2020 Tarihli Kararında konuyla ilgili olarak tarafların kusur durumunun tazimat konusunda etkili olacağını, eşit kusur olması halinde tazminata hükmedilemeyeceğini açıkça vurgulamıştır. Karar içeriği aşağıdaki şekildedir:

KARAR : 1-)Evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak açılan karşılıklı boşanma davalarının, ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, erkeğin boşanma davasının reddine, kadının karşı davasının kabulüne, tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına, 5.000 Türk lirası maddi, 10.000 Türk lirası manevi tazminatın davacı-karşı davalı erkekten alınarak, davalı-karşı davacı kadına verilmesine karar verilmiş, hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından kusur belirlemesi ve aleyhine hükmedilen tazminatlar, davalı-karşı davacı kadın tarafından tazminatların miktarı ve vekalet ücreti yönünden istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının yeterli gerekçeden yoksun olduğu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-e maddesindeki unsurları içermediği belirtilerek davacı-karşı davalı erkeğin bu yöne değinen istinaf başvurusunun kabulüne, tarafların sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, gerekçesiz hüküm oluşturulmakla deliller tartışılmamış ve değerlendirilmemiş olduğundan hükmün HMK 353/l/a-6 m. uyarınca istinaf konusu edilmeyen ve kesinleşen asıl davada boşanmanın kabulüyle karşı davanın reddi kısımları dışındaki bölümleri yönünden kaldırılarak, gereğinin yapılması için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararı üzerine, ilk derece mahkemesince yargılamaya devam olunmuş, bu kez asıl davanın reddi ile karşı davada boşanma açısından verilen karar kesinleşmiş olduğundan yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 5.000 Türk lirası maddi, 10.000 Türk lirası manevi tazminatın davacı-karşı davalı erkekten alınarak, davalı-karşı davacı kadına verilmesine karar verilmiş, hüküm gerekçesinde davacı-karşı davalı erkeğin eşini tehdit ettiği, eşine hakaret ettiği, eşinin arabasının aküsünün kutup başlarını söktüğü ve eşinin aracını sakladığı, davalı-karşı davacı kadının ise birlik görevlerini ihmal ettiği kabul edilerek, davacı-karşı davalı erkeğin daha fazla kusurlu olduğu belirtilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararı davacı-karşı davalı erkek tarafından, kusur belirlemesi, aleyhine hükmedilen tazminatlar, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise kusur belirlemesi ve tazminatların miktarı yönünden istinaf edilmiş, bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesince davacı-karşı davalı erkeğe kusur olarak yüklenen, eşine hakaret etme ve tehditte bulunma eylemlerine, davalı-karşı davacı kadın tarafından dilekçeler aşamasında dayanılmadığından, kusur tespitine esas alınmasına imkan bulunmadığı, davacı-karşı davalı erkeğin, kadına ait aracın aküsünün kutup başlarını söktüğüne ilişkin, görgüye dayalı tanık beyanı bulunmadığından, kusur belirlemesine esas alınamayacağı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı erkeğin, davalı-karşı davacı kadına ait otomobili sakladığı, müşterek evin kapı kilidini değiştirdiği, davalı-karşı davacı kadının ise ev işlerini gereği gibi yapmadığı hususlarının sabit olduğu gerekçesi ile boşanmaya neden olan olaylarda, davacı-karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu kabul edilerek, davalı-karşı davacı kadının kişilik haklarına saldırı bulunmadığından bahisle manevi tazminat talebinin reddine, davacı-karşı davalı kadın lehine hükmedilen maddi tazminatın tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur derecelerine, paranın alım gücüne zedelenen mevcut ve beklenen menfaatlerin kapsamına nazaran az olduğu gerekçesi ile davalı-karşı davacı kadın lehine 18.000 Türk lirası maddi tazminata karar verilmiştir.

Hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından temyiz edilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden bölge adliye mahkemesince tarafların kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında, davalı-karşı davacı kadının eşinin aile fertlerine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda; tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu davacı-karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir.

2-)Yukarıda 1. bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurludur. Boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu eş yararına maddi tazminata karar verilemez. Davalı-karşı davacı kadın yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/1. madde koşulları oluşmamıştır. O halde davalı-karşı davacı kadının maddi tazminat talebinin reddine karar vermek gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

Akhisar Avukat, Akhisar Boşanma Avukatı, Akhisar Boşanma tazimat avukatı

0

Tahliye Taahhütnamesinin Boş Olarak İmzalanması – Kira davaları – Akhisar Avukat

Akhisar Avukat, Akhisar Kira Davaları, Akhisar Tahliye Davaları, Tahliye Taahhütnamesi, Akhisar Kira Avukatı

Kira sözleşmesiyle birlikte veya kira sözleşmesi tanzim edildikten sonra boş olarak tahliye taahhütnamesi imzalanmış olması halinde söz konusu tahliye taahhütnamesi içeriği kiraya veren tarafından istediği şekilde doldurulmaktadır. Kanun ve içtihatlar beyaza imza atılması halinde boş kağıdın üzerinin kiraya veren tarafından nasıl ve ne şekilde doldurulacağının imza eden kiracı tarafından kabul edildiğinin var sayılması gerektiğine işaret etmektedir. Ancak kiracı söz konusu boş olarak imzalanmış olan tahliye taahhütnamesinin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu ya da kira sözleşmesi ile aynı tarihte imzalandığını sadece yazılı delil ile ispat edebilecektir. Bu konuda tanık dinletilmesi de mümkün olmayıp sadece karşı tarafın muvafakat göstermesi halinde tanık dinletilmesi mümkündür. Kısacası boş olarak imzalanmış olan tahliye taahhütnamesinde şeklin noksanlıklar bulunmuyorsa ve imza eden bu taahhütnamenin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu yazılı belge ile ispat edemiyorsa TAHLİYE DAVASININ KAZANILMASI KAÇINILMAZDIR.

Bu konuda YARGITAY 3. Hukuk Dairesinin Esas No: 2022/8307 Karar No: 2023/168 ve 21-02-2023 tarihli kararını sizlerle paylaşıyoruz:

ÖZET: 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200 üncü maddesi; “(1) Bir hakkın doğumu,
düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki
işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde
senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma
gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde
uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık
muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. “ şeklinde olup 6100 sayılı Kanun’un 201 inci maddesinde ise
“Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak
veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa
bile tanıkla ispat olunamaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. Temyiz olunan bölge adliye mahkemesi
kararında; hukuki ilişkinin ve bu ilişki nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığa uygulanması gereken
hukuk kurallarının doğru şekilde belirlendiğinin, davalı tarafın savunmasını yazılı delille
ispatlayamadığının anlaşılmasına göre, davalının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun
bulunan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir.


(6098 S. K. m. 39, 352) (6100 S. K. m 200, 201) (YHGK. 28.05.2008 T. 2008/6-369 E. 2008/394 K.)
Dava ve Karar: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk
Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun
esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı
ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne
karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler
incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; 15.01.2020 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesi ile kiracı olan, davalının 14.02.2020 tarihli
tahliye taahhüdü ile taşınmazı 15.01.2021 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt ettiğini, davalının
15.01.2021 tarihinde taşınmazı tahliye etmemesi üzerine aleyhine icra takibi başlattığını, davalının
tahliye emrine itiraz ederek takibi durdurduğunu, itirazın haksız olduğunu ileri sürerek; itirazın iptali
ile takibin devamına, davalının dava konusu taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı; tahliye taahhüdünü iki nüsha olarak kira sözleşmesi ile birlikte tarih koymadan imzaladığını,
tarihin davacı tarafından daha sonra ve maddi gerçekliğe aykırı olarak taahhütnameye eklendiğini,
tahliye taahhütnamesinin kanunun emredici kurallarına aykırı olarak düzenlendiğini, uzun süre ile
kullanacağı gerekçesiyle kiraladığını ve yüksek miktarda masraf yaptığını, kira ilişkisinin devam
ettiğini, yeni döneme ilişkin kira ve aidat ödemelerini yaptığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla: taraflar arasında dava konusu
taşınmazın kiralanması amacıyla 15.01.2020-15.01.2021 tarihleri arasını kapsar şekilde kira
sözleşmesinin akdedildiği, davalının tahliye taahhütnamesi ile dava konusu taşınmazı 15.01.2021
tarihinde tahliye edeceğini taahhüt ettiği, davalının imzaya itirazının olmaması nedeniyle tahliye
taahhütnamesinin geçerli olduğu, davalının tahliye tarihi ile kira sözleşmesinin aynı tarihli olduğu
iddiasını yazılı delille ispatlayamadığı gerekçesiyle, davanın kabulü ile itirazın iptali ile takibin
devamına, davalının kiralanandan, tahliyesine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı, süresi içinde davalı vekili istinaf
başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davalı vekili dilekçesinde; tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi ile birlikte imzalandığını ve kira
sözleşmesinin eki gibi görüldüğü için taahhütnameye ayrıca tarih yazılmadığını, tahliye
taahhütnamesinin kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak düzenlendiğini, deliller toplanmadan ve
tanıklar dinlenmeden karar verildiğini ileri sürerek; kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar
verilmesini istemiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; takibe dayanak yapılan ve
hükme esas alman. 15.01.2020 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli, çelik çatılı kapalı depo işyeri
niteliğindeki kira sözleşmesi hususunda taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı, davalı
kiracı şirketin adi yazılı olarak 14.02.2020 tarihinde düzenlediği tahliye taahhütnamesi ile kiracı olarak
oturduğu yeri 15.01.2021 tarihinde tahliye edeceğini kabul ve taahhüt ederek taahhütnameyi
imzaladığı, kural olarak kira ilişkisi kurulduktan sonra verilen tahliye taahhütnamesinin kiracının
serbest iradesi ürünü olduğunun kabul edileceği, davacı kiraya veren şirket vekilinin 14.02.2020
düzenleme, 15.01.2021 tahliye tarihli, tahliye taahhütnamesine dayanarak yasal süresinde tahliye
talepli icra takibi başlattığını, kira sözleşmesinin süresinin sözleşmenin taraflarınca her zaman uzaltılıp
kısaltılabileceğini, kiracı tarafından, tarih yazılmadan boş kağıda, beyaza imza atılması halinde boş
kağıdın üzerinin kiraya veren tarafından nasıl ve ne şekilde doldurulacağının imza eden kiracı
tarafından kabul edildiğinin kabulü gerektiği, tahliye taahhütnamesinin verildiği tarihten itibaren 6098
Sayılı TBK’nın 39 uncu maddesi gereğince taahhütnamenin iptali için bir dava da açılmadığı, tanzim
tarihi bulunmasa da tahliye taahhüdünde “içinde kiracı olarak bulunduğum” ibaresinin yazılması
nedeni ile kira sözleşmesinden daha sonra düzenlendiği anlaşılan tahliye taahhüdünün geçerli olduğu

gerekçesiyle davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
I. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, tahliye taahhütnamesine dayalı olarak başlatılan icra takibe yönelik itirazın iptali istemine
ilişkindir.

  1. İlgili Hukuk
    1-6098 sayılı I ürk Borçlar Kanununun 352 nci maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:
    “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene kartı, kiralananı belli bir tarihte
    boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten
    başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir. “

    2-Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 28.05.2008 tarihli ve 2008/369 E., 2008/394 K. sayılı kararının
    ilgili bölümü şöyledir;
    “…Öncelikle belirtilmelidir ki, boş olarak altı imzalanıp verilen bir belgenin üstünün taraflar arasındaki
    anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının tanıkla ispatının olanaklı olmadığında; ancak yazılı
    delille ispatı gerektiğinde ve yazılı delil de yoksa dayanılmış olması koşuluyla yemin delilinin söz
    konusu olabileceğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır,… “

    3-Yine 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200 üncü maddesi; “(1) Bir hakkın doğumu,
    düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki
    işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde
    senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma
    gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde
    uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık
    muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. “ şeklinde olup 6100 sayılı Kanun’un 201 inci maddesinde ise
    “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak
    veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa
    bile tanıkla ispat olunamaz.”
    düzenlemesi bulunmaktadır.
    3.Değerlendirme
    Temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında; hukuki ilişkinin ve bu ilişki nedeniyle ortaya çıkan
    uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarının doğru şekilde belirlendiğinin, davalı tarafın
    savunmasını yazılı delille ispatlayamadığının anlaşılmasına göre, davalının temyiz itirazlarının reddi
    ile usul ve kanuna uygun bulunan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir.
    VI. KARAR
    Açıklanan sebeplerle;
    Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumun 370
    inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
    Aşağıda yazılı bakiye temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine,
    Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine. 21.02.2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)

Akhisar Avukat, Akhisar Kira Davaları, Akhisar Tahliye Davaları, Tahliye Taahhütnamesi, Akhisar Kira Avukatı

0

BOŞANMA DAVASINDAN SONRA AÇILAN NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – AKHİSAR AVUKAT ALİ SAYIM

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

BOŞANMA DAVASINDAN BAĞIMSIZ NAFAKA VE TAZMİNAT DAVASI – BOŞANMAYA SEBEP OLAN OLAYLARA YÖNELİK KUSUR DURUMUNUN KESİN DELİL KABUL EDİLEREK TARAFLARIN BOŞANMALARINA ESAS KARARDA YER ALAN KUSUR BELİRLEMESİ GÖZETİLMEK SURETİYLE BİR KARAR VERİLMESİ GEREKMEKTEDİR.

KARARIN ÖZETİ: Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.


(4721 S. K. m. 166, 174, 175, 178, 181, 202, 281) (5718 S. K. m. 38, 50, 54, 58, 59) (6100 S. K. m. 303) (YİBK 10.02.2012 T. 2010/1 E. 2012/1 K.) (YİBK 22.01.1988 T. 1986/5 E. 1988/1 K.) (YİBK 24.12.2014 T. 2014/17-1656 E. 2014/1099 K.)

1. Taraflar arasındaki “bağımsız nafaka ve tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kırşehir Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 08.11.2013 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 1978 yılında evlendiklerini, davalının yurt dışına gidebilmesi için 1991 yılında anlaşmalı olarak boşandıklarını, 1995 yılında tekrar evlendiklerini, ortak dört çocuklarının olduğunu, müvekkilinin evlilik birliği içerisinde bir anne ve eş olarak tüm sorumluluklarını yerine getirdiğini, davalının ise eviyle ilgilenmediğini, eşinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamadığını, sadakatsiz davrandığını, müvekkiline hakaret ettiğini, psikolojik ve fiziksel şiddet uyguladığını ileri sürerek müvekkili yararına 25,000,00TL maddi, 40,000,00TL manevi tazminat ve aylık 1,000,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı cevap dilekçesi sunmamış olup; yargılama aşamasında davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Kırşehir Aile Mahkemesinin 16.04.2015 tarihli ve 2013/711 E., 2015/250 K. sayılı kararı ile; tarafların yurtdışında boşandıkları, yabancı mahkeme kararının yasalara uygun şekilde tanındığı, davanın ise bağımsız maddi-manevi tazminat ve nafaka talebine ilişkin olduğu, boşanmaya esas yabancı mahkeme kararında tarafların dilekçelerinin yer almadığı, kararın tercümesinde davacının tazminat isteğinde bulunup bulunmadığı hususunun ve mahkemece bu hususun değerlendirilip değerlendirilmediğinin belli olmadığı, taraflar arasında gerçekleşen olayların yurtdışında yaşandığı, dosyada dinlenen tanıkların ise Türkiye’de yaşadıkları, dolayısı ile tazminat şartlarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 01.07.2015 tarihli ve 2015/12564 E., 2015/14151 K. sayılı kararı ile;

“…Hüküm davacı tarafından, temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü:

Dava, boşanmadan sonra açılan boşanma sebebine dayalı maddi ve manevi tazminat ile nafaka isteğine ilişkin olup, 08.11.2013 tarihinde açılmıştır. Boşanma kararı yabancı mahkemece verilmiş, 13.12.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Dava süresinde açılmıştır. Davalı erkek tarafından açılan münhasıran boşanmaya ilişkin Flaridsderf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli 16 c8/11h-11 sayılı kararında “evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun … (davalı)’da olduğu” belirtilerek evliliğin bu kararın kesinleşmesi ile sona ermiş olacağına karar verilmiştir. Yabancı mahkeme ilamı kadın tarafından temyiz edilmiş, Viyana Bölge Mahkemesinin 45R 325/1lv sayılı, 27.10.2011 tarihli kararında “evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (erkek) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (kadın) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı “kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir” denilmek suretiyle erkeğin kusurları tespit edilmiştir. Açıklanan bu hususlar gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

8. Kırşehir Aile Mahkemesinin 03.11.2015 tarihli ve 2015/514 E, 2015/670 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların yabancı mahkeme kararıyla boşanmaları ve bu yabancı mahkeme kararının 5718 sayılı Kanun’a uygun şekilde tanınmış olması karşısında, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararında tespit edilen kusurlu davranışlarının, TMK’nın 178. maddesine göre açılan boşanmanın fer’i niteliğindeki nafaka ve tazminat taleplerine yönelik davada kesin delil teşkil edip etmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.

13. Boşanma kararı, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup; kararın kesinleşmesi ile birlikte evlilik birliği ve birliğin gereği olan haklar ve sorumluluklar sona erer. Boşanma kararı eşler üzerinde kişisel sonuçlar (vatandaşlık, erginlik, kayın hısımlığı ve kadın eş yönünden soyadı) doğurduğu gibi mali sonuçlar da doğurur. Boşanma kararının eşlerle ilgili mali sonuçları 4721 sayılı Kanun’la; maddi tazminat (TMK m.174/1), manevi tazminat (TMK m. 174/2) yoksulluk nafakası (TMK m.175), ölüme bağlı tasarrufların hükümsüz kalması (TMK m.181) ve mal rejiminin tasfiyesi (TMK m. 202-281) olarak düzenleme altına alınmıştır.

14. Boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir” hükmünü taşımaktadır.

15. Kanunun 175. maddesinde ise yoksulluk nafakası “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.

16. Evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasından doğan tazminat talepleri ve yoksulluk nafakasına yönelik dava hakları “boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” (TMK m. 178). Başka bir anlatımla boşanma kararı kesinleştikten sonra boşanma sebebine dayalı açılacak tazminat ve yoksulluk nafakası davaları evliliğin boşanma sebebiyle son bulmasına ilişkin hükmün kesinleşmesinden itibaren bir yıllık zamanaşımı süresine tabidir.

17. Somut olayda taraflar 12.01.1995 tarihinde evlenmiş olup, Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesinin 30.03.2011 tarihli GZ. 16 C 8/11h – 11 dosya numaralı kararında belirtilen “…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda kusurun davacıda (…) olduğu,..” gerekçe ile boşanmalarına karar verilmiştir. Tarafların temyizi üzerine hüküm Viyana Bölge Adliye Mahkemesinin 45 R 325/11v sayılı kararı ile incelenmiş ve mahkemenin 27.10.2011 tarihinde “…evlilik birliğinin tekrar kurulması pratik olarak mümkün değildir. Davacının (…) evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, davalıyı (…) evden dışarı atması ve davalıya karşı ve reşit olmayan kızlarına karşı sorumluluklarını gereğince yerine getirmeyişinden dolayı kendisine evliliğin yıpranmasında, parçalanmasında kusurlu olduğu yüklenilir, özellikle davalının (…) herhangi bir kusuru ne iddia edilmiş ne da tespit edilmesi istenmiş,…” gerekçesi ile verilen kararın yasalara uygun olduğu belirtilmiştir. 13.12.2011 tarihinde kesinleşen bu yabancı mahkeme kararı, eşlerden …’un istemi üzerine Kırşehir Aile Mahkemesinin 21.02.2013 tarihli ve 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile 5718 sayılı Kanun’un ilgili maddeleri uyarınca tanımış, tanıma kararının 29.03.2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine boşamaya dayanak yabancı mahkeme kararının kesinleştiği 13.12.2011 tarihi itibari ile taraflar boşanmıştır.

18. Eldeki davanın niteliği gereği; 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un (MÖHUK) 50. vd. maddeleri ile düzenleme altına alınan tenfiz kavramına ilişkin genel açıklamalarda bulunmak gerekmektedir. Sınır aşan ilişkilerin artan yoğunluğu, özellikle yabancı unsurlu evliliklerden kaynaklanan uyuşmazlıklar başta olmak üzere birçok özel hukuk soranlarına sebebiyet vermektedir. Her devlet kendi mahkemelerinin verdiği kararlarla ulusal çıkarlarını korumaya çalışırken, diğer yandan da beynelmilel faaliyetleri ve kişilerin haklarına saygı kurallarını da gözetmek durumundadır. Egemen devletlerin kendi mahkemelerinin verdiği kararların etkililiği o ülke ile sınırlıdır. Yabancı mahkeme kararlarının verildiği ülke dışında kabul edilmesi, hüküm ve sonuç doğurması ise kararın tanınması ve tenfizi ile mümkündür. Kural olarak tanıma ve tenfiz açılacak ayrı bir dava ile gerçekleştirilebilir. Bu davalar sonucunda tanıma veya tenfiz kararı verilmesiyle birlikte yabancı mahkeme kararı, mahalli mahkeme kararı kuvvet ve niteliğini kazanır (YHGK, 18.10.2018 tarihli ve 2017/108 E., 2018/1459 K. sayılı kararı).

19. 5718 sayılı MÖHUK’un “Tenfiz kararı” başlıklı 50. maddesinin birinci fıkrası ile “Yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye’de icra olunabilmesi yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır,…” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un “Tanıma” başlıklı 58. maddesi ile de “(1) Yabancı mahkeme ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır. Tanımada 54 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz. (2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme tâbidir. (3)Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye’de idarî bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.” denilerek, yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesini, yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının Türk Mahkemelerince tespit edilmesi şartına bağlanmıştır. Yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir (MÖHUK m. 59). Türk Hukuku’nda tenfizin etkisi; yabancı mahkeme ilamına “kararın kesin delil veya kesin hüküm etkisi (tanınması) yaratması ve icra edilebilirlik niteliği kazandırması” olmak üzere iki şekilde kendini göstermektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; Türk tanıma ve tenfiz hukukuna göre, her tenfiz kararı, aynı zamanda tanıma kararını da kapsar. Diğer bir söylemle, tenfizine karar verilen yabancı mahkeme ilamı aynı zamanda Türk Hukukunca tanınmış da olmaktadır.

20. Nitekim; Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 10.02.2012 tarihli ve 2010/1 E., 2012/1 K. sayılı kararında “…Bir ilamın başka bir ülkede o devletin icra organlarını harekete geçirerek uygulanmasını, icra edilebilirliğini bağlamak, ancak tenfiz kararının varlığı ile mümkündür. İcra edilmesinin gerektiği ülkede tenfiz için yabancı mahkeme kararında tenfiz şartlarının var olup olmadığının incelenmesi ve varılacak sonuç dairesinde verilecek tenfiz kararı ile mümkün ve uygun olacaktır. Tenfiz (exeguatur) doktrinde değişik şekillerde açıklanmaktadır. Tenfiz, yabancı mahkeme kararına, kesin hüküm ve kesin delil kuvveti uygun görmek yanında, Türk icra organları aracılığıyla Türkiye’de icra edilebilme gücünün verilmesine ilişkin bir mahkeme kararıdır. Yabancı bir mahkeme kararının Türk Mahkemeleri’nce tenfiz edilebilmesi için, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığı çözmek için verilmiş olması gerekir (5718 s. MÖHUK m.50). Hukuk davalarının usul hukukuna ilişkin bir vasıflandırma olmasına, vasıflandırmaya ilişkin değerlendirmeler ile hangi tür davaların hukuk davası olacağı, tenfizin talep edildiği ülke hukukuna göre belirlenecek ve değerlendirilecektir. Diğer yönüyle; yabancı ilamın, verildiği ülke hukukuna göre şekli anlamda kesinleşmiş olması gerekir. Tenfiz davasında hukuki yarar şartı öncelikle incelenerek, kararı verecek olan hâkimin, yalnızca yabancı kararın tenfiz edilebilmesi için Türk Hukuku’nda aranan şartları taşıyıp taşımadığını irdelendikten sonra, şartların bulunması halinde artık tenfiz (exequatur) kararını verebilecektir. Tenfiz mahkemesinin, yabancı mahkemenin esasa uyguladığı hukuku ve aynı şekilde kendi usul hükümlerini doğru uygulayıp uygulamadığını inceleme ve yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmamaktadır (2675 s. MÖHUK m.38/c, 5718 s. MÖHUK m.54/a, b, c, ç). Ancak, yabancı mahkeme ilamının Türk kamu düzenine açıkça aykırı olması halinde, tenfize her şekilde engel bulunduğu 5718 sayılı Kanun’un amir hükmü gereğidir,…” şeklinde gerekçe ile tanıma ve tenfiz kavramları açıklanmış olup, buna göre; tenfiz mahkemesinin, özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığa yönelik verilmiş bulunan yabancı mahkeme kararına ilişkin maddi hukuk ve usul hukuku denetimi yaparak, yabancı ilamın içeriğini tetkik etme olanağı bulunmadığına karar verilmiştir.

21. Türk Hukuku’nda kusurlu olup olmama durumunun boşanmanın mali sonuçları yönünden önem taşıdığı dikkate alındığında, uyuşmazlığın çözümünde kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. Boşanma nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep olmayan olayları nedensellik bağının kurulmasında ölçü olarak alamaz. İşte bu sebeple; eşlerin kusurlu davranışlarının boşanmaya sebep olup olmadığı yönünde kurulması gereken “nedensellik bağı” kavramının, boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden mahkeme tarafından yapılmış olması gerekliliği hususu kuşkusuzdur. Zira taraflar yönünden boşanma kararını veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını belirlemiş ve boşanma kararı vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep olan olay veya olaylar artık belirlenmiştir. Boşanma kararının verildiği hükmün kesinleşmesi itibariyle, artık o evlilik nedeniyle doğmuş veya doğacak olan tüm davalar boşanma kararının verildiği mahkeme kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi yapılmasına da imkân tanımayacaktır. Nitekim benzer husus 22.01.1988 gün ve 5/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karar gerekçesinde “…Sözü edilen olaylar boşanmaya yol açabildiği halde kişisel menfaatleri ağır bir biçimde haleldar etmeyebilir. Hakimin değerlendireceği husus o olayların boşanmayı gerektirip gerektirmeyeceği hususu elbette değildir; bu yön boşanma ilamı ile artık kesinleşmiştir…” şeklinde açıklanmıştır.

22. Vurgulamakta fayda vardır ki; MÖHUK’un 59. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm uyarınca, yabancı mahkeme ilamının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edecektir. Kesin hüküm kavram itibari ile adli gerçeği ifade eder. Kesin hükümle amaçlanan ise; aynı kişiler arasında, aynı dava konusu uyuşmazlık hakkında mahkemelerin sınırsız şekilde meşgul edilmesini engellemektir. Bu şekilde hem kişiler, hem de devlet için hukuki güvenlik sağlanmaktadır. Kesin hüküm, öncelikle hükmü veren mahkeme de dâhil olmak üzere bütün mahkemeleri bağlar. Bir hüküm maddi anlamda kesinleştikten ve hangi tarafın ne yönde haklı olduğu tespiti yapıldıktan sonra artık tüm mahkemeler, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanılarak, aynı dava konusu hakkında verilmiş bulunan kesin hüküm ile bağlıdırlar. Bunun sonucunda; aynı dava yeniden incelenemeyeceği (kesin hüküm itirazı) gibi, aynı konuya ilişkin yeni dava, önceki davada verilmiş olan kesin hüküm ile bağlıdır (kesin delil).

23. Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.12.2014 tarihli ve 2014/17-1656 E., 2014/1099 K. ve 04.12.2013 tarihli ve 2013/20-300 E., 2013/1629 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir. Buna göre; aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak ve aynı konuya ilişkin yapılan yargılamada kesin hükme bağlanmış olan vakıa (HMK m.303/2), görülmekte olan diğer bir ikinci davada ileri sürülen aynı iddia veya savunma yönünden kesin delil teşkil edecektir.

24. Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusuna yönelik yapılan değerlendirmede; boşanma davası ile TMK’nın 178. maddesine göre açılan her iki davanın da taraflar arasındaki evlilik birliğine dayalı hukuki ilişkiden kaynaklandığı, yukarıda da vurgulandığı üzere; aynı taraflar arasında, aynı hukuki ilişkinin temelini oluşturan sebebe dayalı olarak açılan ve sonuçlanan “kesin hüküm nedeniyle oluşan kesin delilin” tarafları ve hâkimi bağladığı, artık kesin delil ile kanıtlanan olayların hukuksal açıdan doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu, hâkimin kesin delilleri takdir yetkisinin bulunmadığı gibi ayrıca TMK’nın 178. maddesine göre açılan davaların, boşanma davasının devamı niteliğinde olduğu, artık bu davada hâkimin, boşanma davasıyla belirlenen kusurlu davranışların boşanmaya sebep olması nedeniyle boşanma davasında belirlenen kusur belirlemesi ile bağlı olduğu, başka bir ifadeyle boşanma kararında taraflarca gerçekleştirildiği kabul edilerek kesinleşen kusurlu davranışların, TMK’nın 178. maddesine göre devam edilen davada kesin delil oluşturacağı, hâkimin boşanmaya sebep olan olaylar yönünden yeniden bir kusur belirlemesi yaparak nafaka ve tazminatlara ilişkin karar veremeyeceği açıktır.

25. Somut olaya gelindiğinde; kadın eş aleyhine erkek eş tarafından Avusturya Cumhuriyeti Floridsdorf Bölge Mahkemesi’nde boşanma davası açıldığı, hükmün Viyana Bölge Adliye Mahkemesince yapılan temyiz incelemesi ile 13.12.2011 tarihine kesinleşerek tarafların boşanmalarına karar verildiği, sözü edilen mahkeme kararları ile boşanmaya sebep olan olaylarda kadın eşin kusursuz, erkek eşin ise evlilik dışı bir ilişkisi olmasından dolayı, eşini evden dışarı attığı ve birlik görevlerini yerine getirmemesi şeklinde gerçekleştirdiği kusurlu davranışlarıyla tam kusurlu olduğunun belirlendiği, tarafların boşanmalarına esas yabancı mahkeme kararı için Kırşehir Aile Mahkemesinin 2012/467 E. ve 2013/162 K. sayılı kararı ile tanıma kararı verildiği bu kararın 29.03.2013 tarihinde kesinleştiği, davacının bu tarihten sonra eldeki davayı TMK’nın 178. maddesi uyarınca 08.11.2013 tarihinde yasal süresi içerisinde açtığı ve davalıdan TMK’nın 174/1-2 ve 175. maddelerine göre maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası talep ettiği, hâl böyle olunca, yabancı mahkeme kararının tanınmasıyla birlikte boşanmaya sebep olan olaylara yönelik kusur durumunun kesin delil kabul edilerek, tarafların boşanmalarına esas kararda yer alan kusur belirlemesi gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

26. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.02.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 

AKHİSAR AVUKAT / AKHİSAR BOŞANMA AVUKATI / AKHİSAR BOŞANMA TAZMİNAT DAVASI / TAZMİNAT AVUKATI

0

TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLI ARAÇ DEĞER KAYBI VE ARAÇ MAHRUMİYET BEDELİ ÖDENMESİ İSTENEBİLİR – Avukat Ali SAYIM Akhisar/Manisa

Akhisar Avukat, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

Aracınızla karışmış olduğunuz bir trafik kazası neticesinde aracınızda bir hasar meydana gelecek ve bu hasara bağlı olarak aracınızda bir değer kaybı söz konusu olacaktır. aracınızda meydana gelen hasardan kaynaklı onarım bedelini, aracınızın perte çıkması halinde araç bedelini trafik kazasında kusurlu olan tarafın sigortasından poliçe limitleri dahilinde talep etmeniz mümkün olacaktır. Söz konusu talepler için kazanın meydana gelmesindeki kusur oranı önem arz etmektedir.

Yine aracınız kaza sebebiyle bir süre tamirde kalacak ve bu sebeple bir süre araçtan mahrum kalmanız sebebiyle araç mahrumiyet bedeli talep etme hakkınız doğacaktır.

Aşağıda paylaşmış olduğumuz Yargıtay kararında araç değer kaybı bedelinin ve araç mahrumiyet bedelinin hangi kriterlere göre hesaplanması gerektiğine açıkça yer vermiştir. ilgili kararı paylaşıyoruz.

17. Hukuk Dairesi 2016/9290 E. , 2017/3380 K.
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 23/04/2014 tarihinde meydana gelen maddi hasarlı trafik kazasından sonra davacı aracında değer kaybı meydana geldiğini, 19 gün kira karşılığı olarak da 1900 TL ödediğini, beyan ederek aracında meydana gelen değer kaybı ve araç kiralama bedelinin ödenmesi belirsiz alacak davası ile talep ve dava etmiştir.
Davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili kısaca davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece; Davacı için 6.000 TL araçtaki değer kaybı tazminatının ve 1.900 TL araç kiralama ücreti olmak üzere toplam 7.900 TL nin olay tarihi olan 23.04.2014 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine,karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre, …Tavukçuluk Yem San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Dava trafik kazasından kaynaklanan araç kullanamama bedeli ve araç değer kaybının tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece benimsenen 28.10.2015 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda 6000 TL. değer kaybı tazminatına hükmolunmuş ise de, mahkemenin hükme esas aldığı bilirkişi raporunda araç değer kaybı hesaplaması doğru yapılmamıştır. Eksik inceleme ve hüküm kurmaya elverişli olmayan bilirkişi raporuna göre karar verilemez.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da araç değer kaybı konusunda hesap yapmaya ehil… veya Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyeti gibi kurum veya kuruluşlardan seçilecek hasar konularında uzman bilirkişi (makina mühendisi) veya bilirkişi kurulundan tüm dosya kapsamına göre; davacı aracının modeli, markası, kaza tarihindeki yaşı, kilometresi gibi hususlar gözönünde bulundurularak kaza tarihi itibariyle serbest piyasadaki 2. el piyasa rayiç değeri (hasarsız haliyle) ile aracın hasarı onarıldıktan sonraki haline göre serbest piyasadaki 2. el piyasa değeri arasındaki fark (aradaki farkın değer kaybı olarak kabul edilmesi) hususlarında ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
3- Davacı taraf, aracın tamirde kaldığı 19 gün içinde davalıdan araç kullanma bedeli olarak 1900 TL talep etmiş, mahkemece de 19 gün aracın kullanılamadığı, günlük 100 TL kiralama bedeli olduğunu belirten bilirkişi raporuna göre hüküm kurmuştur.
Bilirkişi, ikame araç bedeli yönünden değerlendirme yaparken,aracın 19 gün boyunca tamirde kalmasını esas almıştır. Araçta oluşan hasarın giderilebilmesi için gerekli makul tamir süresinin ne olduğu konusunda gerekçeli ve denetime açık, tespit raporunu da irdeleyen bir değerlendirme yapmamıştır. Bu anlamda bilirkişi raporu, hüküm kurmaya elverişli olmadığından eksik inceleme ile karar verilmesi doğru değildir.
Bu durumda mahkemece, rapor düzenleyen bilirkişiden ek rapor alınması; ya da ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda yeniden uzman bir kişiden alınacak tespit raporuyla saptanan araç hasarının onarımı için gerekli makul tamir süresi ve serbest piyasa koşullarına göre ikame araç bedelinin ne olacağı konusunda ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde eksik incelemeyle hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklandığı üzere davalı … San. Tic. Ltd. Şti vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı … San. Tic. Ltd. Şti’ye geri verilmesine 29.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Akhisar Avukat, Akhisar Tazminat Avukatı, Akhisar Trafik Kazası Avukatı, Akhisar Araç değer kaybı avukatı, Araç değer kaybı davası, Araç mahrumiyet Bedeli davası

0

MİRASIN REDDİ DAVASI-Borca itiraz / Akhisar Avukat Ali SAYIM

Mirasın Hükmen Reddi Nedeniyle Takibe İtiraz Ve Şikayet Yoluna Gidilmesi

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi

Esas : 2019/11002 Karar : 2020/6831 Karar Tarihi : 09/07/2020

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu mirasçı hakkında bonoya dayalı kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan icra takibinde, şikayetçi borçlunun takibin kesinleşmesinden sonra icra müdürlüğüne mirasın hükmen reddine ilişkin mahkeme ilamını ibraz ederek hacizlerin kaldırılmasını talep ettiği, icra müdürlüğü tarafından verilen ret kararı üzerine icra mahkemesine başvurduğu, ilk derece mahkemesince; şikayetin kabulü ile şikayete konu 22.05.2018 tarihli icra müdürlüğü işleminin iptaline ve talep doğrultusunda işlem yapılması gerektiğine karar verildiği, alacaklının istinaf başvurusu üzerine,

Bölge Adliye Mahkemesince; alacaklının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, şikayetçinin talebi borca itiraz olarak nitelendirilerek yasal süreden sonra yapılan başvurunun süre aşımı nedeniyle reddine karar verildiği görülmektedir.

Şikayet edenin murisi Cemal Alkin olup, takip, şikayetçi borçlu hakkında mirasçı sıfatı ile yapılmaktadır. Şikayetçi borçlu, mirası reddettiğinden, murisin borcundan sorumlu olmadığını ileri sürerek icra müdürlüğünün ret kararının iptalini ve hacizlerin kaldırılmasını talep etmiştir.

Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu’nun, 19.11.2014 tarih ve 2013/12-2240 E. – 2014/929 K. sayılı olup, Dairemizce de benimsenerek içtihat değişikliğine gidilen kararı ile; mirasın reddi nedeniyle borçtan sorumlu olunmadığına ilişkin iddianın, borca itiraz olduğu ve ödeme emrinin tebliği üzerine takibin şekline göre yasal süre içinde ilgili merciye yapılması gerektiği kabul edilmiş ise de, bu ilke, mirasın reddine ilişkin mahkeme kararının, icra takibinin kesinleşmesinden önceki bir tarihte alındığı hallerde uygulanmaktadır.
Somut olayda, murisin takipten önce 17.12.2010 tarihinde vefat ettiği, takibin mirasçılar hakkında 04.09.2012 tarihinde başlatıldığı, şikayetçi borçluya ödeme emrinin 10.09.2012 tarihinde tebliğ edildiği, mirasın hükmen reddine ilişkin davanın, 17.09.2012 tarihinde açıldığı, .. 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2018 tarih ve 2017/462 E. – 2018/70 K. sayılı ilamı ile mirası hükmen reddetmiş sayıldığının tespitine karar verildiği, kararın 21.05.2018 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.

O halde Bölge Adliye Mahkemesince, mirasın hükmen reddine ilişkin ilamın, takibin kesinleşmesinden sonra alındığı anlaşılmakla borçlunun talebinin borca itiraz olarak nitelendirilmesi yerinde olmayıp, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile; … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 03.07.2019 tarih ve 2019/1255 E. – 2019/1563 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK‘nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 09/07/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Akhisar Miras Avukatı – Akhisar Avukat – Mirasın reddi davası avukatı-

1 2
Konuşmayı Başlat
Whatsapp
Merhaba
Size nasıl yardımcı olabiliriz?