Boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurlu ise eşit kusurlu eş yararına maddi tazminata karar verilemez. Boşanma davalarında tazminatı ve tazminat miktarını belirleyen en önemli unsur TARAFLARIN KUSUR DURUMUDUR. öncelikli olarak birisi lehine tazminata hükmedilebilmesi için yapılan yargılama neticesinde kusursuz veya karşı taraftan daha az kusurlu olması gerekmektedir. Karşı tarafın tam kusurlu veya ağır kusurlu olması halinde farklı bir durum meydana gelmedikçe tazminat alınabilmesi mümkündür. Kusur durumunun tespit edilmesi ve yargılamada tazminata hak kazanabilmenin en iyi yolu yargılama usulünün doğru takip edilmesi ve iddiaların ispat edilmesinden geçmektedir. Bu konuda Yargılamanın Boşanma Avukatı aracılığı ile takip edilip sağlıklı bir süreç yürütülmesi doğru olacaktır.
T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2019/7034 K. 2020/773 ve 5.2.2020 Tarihli Kararında konuyla ilgili olarak tarafların kusur durumunun tazimat konusunda etkili olacağını, eşit kusur olması halinde tazminata hükmedilemeyeceğini açıkça vurgulamıştır. Karar içeriği aşağıdaki şekildedir:
KARAR : 1-)Evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak açılan karşılıklı boşanma davalarının, ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, erkeğin boşanma davasının reddine, kadının karşı davasının kabulüne, tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesi uyarınca boşanmalarına, 5.000 Türk lirası maddi, 10.000 Türk lirası manevi tazminatın davacı-karşı davalı erkekten alınarak, davalı-karşı davacı kadına verilmesine karar verilmiş, hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından kusur belirlemesi ve aleyhine hükmedilen tazminatlar, davalı-karşı davacı kadın tarafından tazminatların miktarı ve vekalet ücreti yönünden istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesi kararının yeterli gerekçeden yoksun olduğu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297/1-e maddesindeki unsurları içermediği belirtilerek davacı-karşı davalı erkeğin bu yöne değinen istinaf başvurusunun kabulüne, tarafların sair istinaf sebeplerinin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, gerekçesiz hüküm oluşturulmakla deliller tartışılmamış ve değerlendirilmemiş olduğundan hükmün HMK 353/l/a-6 m. uyarınca istinaf konusu edilmeyen ve kesinleşen asıl davada boşanmanın kabulüyle karşı davanın reddi kısımları dışındaki bölümleri yönünden kaldırılarak, gereğinin yapılması için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararı üzerine, ilk derece mahkemesince yargılamaya devam olunmuş, bu kez asıl davanın reddi ile karşı davada boşanma açısından verilen karar kesinleşmiş olduğundan yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 5.000 Türk lirası maddi, 10.000 Türk lirası manevi tazminatın davacı-karşı davalı erkekten alınarak, davalı-karşı davacı kadına verilmesine karar verilmiş, hüküm gerekçesinde davacı-karşı davalı erkeğin eşini tehdit ettiği, eşine hakaret ettiği, eşinin arabasının aküsünün kutup başlarını söktüğü ve eşinin aracını sakladığı, davalı-karşı davacı kadının ise birlik görevlerini ihmal ettiği kabul edilerek, davacı-karşı davalı erkeğin daha fazla kusurlu olduğu belirtilmiştir.
İlk derece mahkemesi kararı davacı-karşı davalı erkek tarafından, kusur belirlemesi, aleyhine hükmedilen tazminatlar, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise kusur belirlemesi ve tazminatların miktarı yönünden istinaf edilmiş, bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesince davacı-karşı davalı erkeğe kusur olarak yüklenen, eşine hakaret etme ve tehditte bulunma eylemlerine, davalı-karşı davacı kadın tarafından dilekçeler aşamasında dayanılmadığından, kusur tespitine esas alınmasına imkan bulunmadığı, davacı-karşı davalı erkeğin, kadına ait aracın aküsünün kutup başlarını söktüğüne ilişkin, görgüye dayalı tanık beyanı bulunmadığından, kusur belirlemesine esas alınamayacağı, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı erkeğin, davalı-karşı davacı kadına ait otomobili sakladığı, müşterek evin kapı kilidini değiştirdiği, davalı-karşı davacı kadının ise ev işlerini gereği gibi yapmadığı hususlarının sabit olduğu gerekçesi ile boşanmaya neden olan olaylarda, davacı-karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu kabul edilerek, davalı-karşı davacı kadının kişilik haklarına saldırı bulunmadığından bahisle manevi tazminat talebinin reddine, davacı-karşı davalı kadın lehine hükmedilen maddi tazminatın tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur derecelerine, paranın alım gücüne zedelenen mevcut ve beklenen menfaatlerin kapsamına nazaran az olduğu gerekçesi ile davalı-karşı davacı kadın lehine 18.000 Türk lirası maddi tazminata karar verilmiştir.
Hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından temyiz edilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden bölge adliye mahkemesince tarafların kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında, davalı-karşı davacı kadının eşinin aile fertlerine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda; tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Bu husus gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu davacı-karşı davalı erkeğin ağır kusurlu olduğunun kabulü doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir.
2-)Yukarıda 1. bentte açıklandığı üzere boşanmaya sebebiyet veren vakıalarda taraflar eşit kusurludur. Boşanmaya sebep olan olaylarda eşit kusurlu eş yararına maddi tazminata karar verilemez. Davalı-karşı davacı kadın yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/1. madde koşulları oluşmamıştır. O halde davalı-karşı davacı kadının maddi tazminat talebinin reddine karar vermek gerekirken, hatalı kusur belirlemesinin sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
Akhisar Avukat, Akhisar Kira Davaları, Akhisar Tahliye Davaları, Tahliye Taahhütnamesi, Akhisar Kira Avukatı
Kira sözleşmesiyle birlikte veya kira sözleşmesi tanzim edildikten sonra boş olarak tahliye taahhütnamesi imzalanmış olması halinde söz konusu tahliye taahhütnamesi içeriği kiraya veren tarafından istediği şekilde doldurulmaktadır. Kanun ve içtihatlar beyaza imza atılması halinde boş kağıdın üzerinin kiraya veren tarafından nasıl ve ne şekilde doldurulacağının imza eden kiracı tarafından kabul edildiğinin var sayılması gerektiğine işaret etmektedir. Ancak kiracı söz konusu boş olarak imzalanmış olan tahliye taahhütnamesinin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu ya da kira sözleşmesi ile aynı tarihte imzalandığını sadece yazılı delil ile ispat edebilecektir. Bu konuda tanık dinletilmesi de mümkün olmayıp sadece karşı tarafın muvafakat göstermesi halinde tanık dinletilmesi mümkündür. Kısacası boş olarak imzalanmış olan tahliye taahhütnamesinde şeklin noksanlıklar bulunmuyorsa ve imza eden bu taahhütnamenin anlaşmaya aykırı şekilde doldurulduğunu yazılı belge ile ispat edemiyorsa TAHLİYE DAVASININ KAZANILMASI KAÇINILMAZDIR.
Bu konuda YARGITAY 3. Hukuk Dairesinin Esas No: 2022/8307 Karar No: 2023/168 ve 21-02-2023 tarihli kararını sizlerle paylaşıyoruz:
ÖZET: 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200 üncü maddesi; “(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. “ şeklinde olup 6100 sayılı Kanun’un 201 inci maddesinde ise “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. Temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında; hukuki ilişkinin ve bu ilişki nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarının doğru şekilde belirlendiğinin, davalı tarafın savunmasını yazılı delille ispatlayamadığının anlaşılmasına göre, davalının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir.
(6098 S. K. m. 39, 352) (6100 S. K. m 200, 201) (YHGK. 28.05.2008 T. 2008/6-369 E. 2008/394 K.) Dava ve Karar: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü: I. DAVA Davacı; 15.01.2020 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesi ile kiracı olan, davalının 14.02.2020 tarihli tahliye taahhüdü ile taşınmazı 15.01.2021 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt ettiğini, davalının 15.01.2021 tarihinde taşınmazı tahliye etmemesi üzerine aleyhine icra takibi başlattığını, davalının tahliye emrine itiraz ederek takibi durdurduğunu, itirazın haksız olduğunu ileri sürerek; itirazın iptali ile takibin devamına, davalının dava konusu taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir. II. CEVAP Davalı; tahliye taahhüdünü iki nüsha olarak kira sözleşmesi ile birlikte tarih koymadan imzaladığını, tarihin davacı tarafından daha sonra ve maddi gerçekliğe aykırı olarak taahhütnameye eklendiğini, tahliye taahhütnamesinin kanunun emredici kurallarına aykırı olarak düzenlendiğini, uzun süre ile kullanacağı gerekçesiyle kiraladığını ve yüksek miktarda masraf yaptığını, kira ilişkisinin devam ettiğini, yeni döneme ilişkin kira ve aidat ödemelerini yaptığını savunarak, davanın reddini istemiştir. III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla: taraflar arasında dava konusu taşınmazın kiralanması amacıyla 15.01.2020-15.01.2021 tarihleri arasını kapsar şekilde kira sözleşmesinin akdedildiği, davalının tahliye taahhütnamesi ile dava konusu taşınmazı 15.01.2021 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt ettiği, davalının imzaya itirazının olmaması nedeniyle tahliye taahhütnamesinin geçerli olduğu, davalının tahliye tarihi ile kira sözleşmesinin aynı tarihli olduğu iddiasını yazılı delille ispatlayamadığı gerekçesiyle, davanın kabulü ile itirazın iptali ile takibin devamına, davalının kiralanandan, tahliyesine karar verilmiştir. IV. İSTİNAF A. İstinaf Yoluna Başvuranlar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı, süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur. B. İstinaf Sebepleri Davalı vekili dilekçesinde; tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi ile birlikte imzalandığını ve kira sözleşmesinin eki gibi görüldüğü için taahhütnameye ayrıca tarih yazılmadığını, tahliye taahhütnamesinin kanunun emredici hükümlerine aykırı olarak düzenlendiğini, deliller toplanmadan ve tanıklar dinlenmeden karar verildiğini ileri sürerek; kararın kaldırılmasını ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir. C. Gerekçe ve Sonuç Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; takibe dayanak yapılan ve hükme esas alman. 15.01.2020 başlangıç tarihli ve 1 yıl süreli, çelik çatılı kapalı depo işyeri niteliğindeki kira sözleşmesi hususunda taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı, davalı kiracı şirketin adi yazılı olarak 14.02.2020 tarihinde düzenlediği tahliye taahhütnamesi ile kiracı olarak oturduğu yeri 15.01.2021 tarihinde tahliye edeceğini kabul ve taahhüt ederek taahhütnameyi imzaladığı, kural olarak kira ilişkisi kurulduktan sonra verilen tahliye taahhütnamesinin kiracının serbest iradesi ürünü olduğunun kabul edileceği, davacı kiraya veren şirket vekilinin 14.02.2020 düzenleme, 15.01.2021 tahliye tarihli, tahliye taahhütnamesine dayanarak yasal süresinde tahliye talepli icra takibi başlattığını, kira sözleşmesinin süresinin sözleşmenin taraflarınca her zaman uzaltılıp kısaltılabileceğini, kiracı tarafından, tarih yazılmadan boş kağıda, beyaza imza atılması halinde boş kağıdın üzerinin kiraya veren tarafından nasıl ve ne şekilde doldurulacağının imza eden kiracı tarafından kabul edildiğinin kabulü gerektiği, tahliye taahhütnamesinin verildiği tarihten itibaren 6098 Sayılı TBK’nın 39 uncu maddesi gereğince taahhütnamenin iptali için bir dava da açılmadığı, tanzim tarihi bulunmasa da tahliye taahhüdünde “içinde kiracı olarak bulunduğum” ibaresinin yazılması nedeni ile kira sözleşmesinden daha sonra düzenlendiği anlaşılan tahliye taahhüdünün geçerli olduğu gerekçesiyle davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. V. TEMYİZ I. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme Uyuşmazlık, tahliye taahhütnamesine dayalı olarak başlatılan icra takibe yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir.
İlgili Hukuk 1-6098 sayılı I ürk Borçlar Kanununun 352 nci maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene kartı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir. “ 2-Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 28.05.2008 tarihli ve 2008/369 E., 2008/394 K. sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir; “…Öncelikle belirtilmelidir ki, boş olarak altı imzalanıp verilen bir belgenin üstünün taraflar arasındaki anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının tanıkla ispatının olanaklı olmadığında; ancak yazılı delille ispatı gerektiğinde ve yazılı delil de yoksa dayanılmış olması koşuluyla yemin delilinin söz konusu olabileceğinde uyuşmazlık bulunmamaktadır,… “ 3-Yine 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 200 üncü maddesi; “(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir. “ şeklinde olup 6100 sayılı Kanun’un 201 inci maddesinde ise “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.” düzenlemesi bulunmaktadır. 3.Değerlendirme Temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında; hukuki ilişkinin ve bu ilişki nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kurallarının doğru şekilde belirlendiğinin, davalı tarafın savunmasını yazılı delille ispatlayamadığının anlaşılmasına göre, davalının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir. VI. KARAR Açıklanan sebeplerle; Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunumun 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA, Aşağıda yazılı bakiye temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine, Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine. 21.02.2023 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. (¤¤)
Akhisar Avukat, Akhisar Kira Davaları, Akhisar Tahliye Davaları, Tahliye Taahhütnamesi, Akhisar Kira Avukatı
Akhisar Avukat, Almanya tazminat davaları, Tazminat Avukatı, Akhisar Tazminat Avukatı, Türkiye tazminat avukatı
Bir Bal Davasi: Hiciv mi gercek mi?
İlgili Kanunlar ve Sözleşmeler: Alman Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (KUG), Alman Anayasası (GG), Alman Medeni Kanunu (BGB), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (EMRK)
Geçtiğimiz kasım ayında, Alman Komedyen Jan Böhmermann, kişilerin mizahi bir şekilde eleştirildiği “ZDF Magazin Royale” adlı programında, Arıcı Rico Heinzig’e arıcılıkla ilgili Greenwashing[1] suçlaması yöneltti, bu suçlamaya satirik bir şekilde “Beewashing” adını verdi. Arıcıdan gelen yanıt ise bir dava değil, tam tersine medyatik bir karşı beyan oldu: Heinzig, bahsedilen reklam afişini oluşturmuş ve yerel Edeka marketinde astırmıştı. Ayrıca, arıcılık web sitesinde “Böhmermann Balı” adı altında Beewashing balını tanıtarak reklam yapmıştı. Sitede şu sözler bulunmaktadır: “ZDF Magazin Royale programı için bal – isteğe bağlı olarak kendi şirket markasıyla birlikte.”
Jan Böhmermann, bu durumu espri olarak algılamadı ve Dresden Bölge Mahkemesi’nde (LG) bir men davası açarak karşılık verdi. Ancak beklediği sonucu alamadı. Mahkeme, reklam kampanyasını hukuka uygun buldu (Karar tarihi: 08.02.2024, Dava numarası: EV 3 O 2529/23t). Heinzig’in arıcılık işletmesinin “korunan ifade özgürlüğü hakkına sahip olduğunu ve böylece kamu yararına hizmet ettiğini” belirtti, mahkeme tarafından yapılan bir basın açıklamasında da durum aynen bu şekilde ifade edildi. Sonuç olarak mahkeme, Bay Böhmermann’ın kişilik haklarının, davacının kişilik haklarından daha yüksek bir değere sahip olmadığı sonucuna vardı.
Hicivci Böhmermann, bunu karşı-taşlama değil, kendi maliyetine reklam olarak değerlendirdi: Heinzig, Böhmermann’ın adını, resmini ve ününü kullanarak haksız bir avantaj elde etmekte ve Genel Kişilik Hakları, özellikle ad ve resim haklarını ihlal etmektedir. Heinzig’in avukatı Dr. Markus Hoffmann ise, “ZDF Magazin Royale” programında mizahi bir şekilde eleştirilen kişilerin, kendilerini karşı-taşlama ile savunmaktan başka bir seçeneğinin olmadığını savundu. Buna karşın, Böhmermann’ın avukatı Dr. Torben Düsing, “İşletme karını maksimize etmek amacıyla yapılan haksız mal satışının bir hiciv olmadığını” vurguladı.
LG (Landgericht) Yargıcı Heike Kremz, reklam afişini duruşmada bir kaç kez hiciv olarak nitelendirmişti. Bu davada hukuki olarak tartismali olan nokta, ortalama bir arıcı müşterisi için bu eylemin bir hiciv olup olmadığıdır. Eğer öyle değilse, müşteriler Böhmermann’ın balı gerçekten tavsiye ediyormuş gibi düşünebilirler.
Reklamın satirik karakteri bu durumda belirgin miydi?
Bu soruya cevap vermeden önce, öncelikle bazı yargı kararlarına göz atmak gerekir.
“Finans Bakanının İstifası” başlıklı satirik reklam
BGH, Urteil vom 26. 10. 2006 – I ZR 182/04 (OLG Hamburg)
Davacı Oskar Lafontaine 11 Mart 1999 tarihinde Maliye Bakanı ve SPD Genel Başkanı olarak görevlerinden istifa etti. Davalı, S-AG adlı araç kiralama şirketinin bir iştiraki olarak araç leasing işini yürütmektedir. Davalı şirketin talimatı ile 21 Mart 1999’da “Welt am Sonntag” gazetesinde yarım sayfalık bir reklam ve 22 Mart 1999’da FAZ gazetesinde çift taraflı bir reklam – her ikisi de davacının onayı olmaksızın- yer almıştır. Portreler, o dönemin federal hükümetinin, davacının da aralarında bulunduğu 16 üyesini, hala tanınabilir bir şekilde davacının resmini çizili olarak göstermektedir. Reklam sloganı şu şekildedir: “S, deneme sürecindeki çalışanlar için de arabaları kiralar.” Davacı, davalıdan 250.000 DM (127.822,27 Euro) tutarında bir telif hakki ücreti talep etmiştir. Davacı, davalının tanınırlığına dayanarak resmini zorla ticarileştirdiğini ve reklam amaçlarıyla kullandığını iddia etmiştir. Davalı, dava ile karşı çıkmıştır.
Mahkemeye göre;
(1) Bir portrenin izinsiz ticari kullanımı genellikle uygun lisans ücretinin ödenmesi talebini hakli kılar – ister tazminat ister sebepsiz zenginleşme açısından olsun – tasvir edilen kişinin ödeme karşılığında portresinin dağıtımı ve kamuya açık çoğaltılması için lisans vermeye istekli olup olmadığı veya bunu yapıp yapamayacağı önemli değildir.
2. Yakin tarihten tanınmış bir şahsiyet, genellikle kendi benzerliğinin üçüncü şahıslar tarafından reklam amaçlı kullanılmasına müsamaha göstermek zorunda değildir. Ancak burada da bir menfaat dengelemesi söz konusudur ve günün güncel bir olayını hicivli bir şekilde ele alan bir reklamda başka bir kişinin benzerliğinin kullanılmasının ilgili kişi tarafından kabul edilmesi gerekebilir.
Sonuç olarak, mahkeme bu reklamın hiciv içerdiğine karar vermiş ve telif ücretinin ödenmesi talebi reddedilmiştir.
Bir sendika liderinin görüntüsünün reklam amacıyla yayınlanması
OLG Dresden, Urt. v. 21.8.2018 – 4 U 1822/17
Davacı, davalı tarafından bir görselin yayınlanması nedeniyle ihtiyati tedbir ve telif hakki ücretlerinin ödenmesini talep etmektedir.
Davacı 2008 yılından beri A sendikasının federal başkanıdır. Davalı, uluslararası alanda faaliyet gösteren bir araç kiralama ve leasing şirketi olan …-SE’nin bir iştirakidir. …, 2014 sonbaharından Mayıs 2015’e kadar D-AG’de toplam 420 saat süren ülke çapında toplam dokuz grev düzenlemiş, bu grevler ülke genelinde dikkat çekmiş ve kamuoyunda büyük tartışmalara konu olmuştur. 6 Kasım 2014 tarihinde X gazetesinde davalının tam sayfa ilanı davacının portre fotoğrafı ve aşağıdaki metinle birlikte yayınlanmıştır: “Ayın çalışanı. (Tüm tren istasyonlarında ve “x.de” adresinde ucuz araba kiralama). Sol üstte ise davacının adı ve “sendika lideri” ibaresi yer alıyordu.
Mahkemeye göre,
1) Federal Adalet Divanı’nın “Lafontaine” kararında reklamlar bağlamında görüntülerin yayınlanmasının kabul edilebilirliğine ilişkin olarak ortaya koyduğu ilkeler sadece siyasetçiler için geçerli değildir. Daha ziyade, belirleyici faktör, tasvir edilen kişinin ilişkilendirildiği yakın tarihteki bir olayın hiciv niyetiyle ele alınıp alınmadığıdır.
2. Görselde bir sendika başkanına atıfta bulunuluyorsa, sendika başkanı örgütlenme özgürlüğüne atıfta bulunarak kendini buna karşı savunamaz.
Sonuc olarak, mahkeme bu reklamın hiciv amaçlı olduğuna ve telif hakki ücreti ödenmesi ve ihtiyati tedbir taleplerinin reddine karar vermiştir.
İzinsiz reklam – Joschka Fischer için lisans ücreti
LG Hamburg, Urt. v. 27.10.2006, 324 O 381/06
Davacı, davalıdan lisans ücretinin ödenmesini ve avukatlık ücretinin iadesini talep etmektedir.
Davacı Federal Meclis üyesi ve eski Federal Dışişleri Bakanıdır. Davalı, söz konusu gazeteyi yayınlamaktadır. Bu gazete, yine davalı tarafından yayınlanan ve sıkıştırılmış bir biçimde daha az içerikle yarıya indirilmiş bir formata sahip olan gazetenin kompakt bir baskısıdır. Eylül 2005’te başlatılan bir tanıtım kampanyasının bir parçası olarak davalı, küçük çocukların yüz hatlarını verdiği tanınmış kişilerin yüzlerinin resimlerini birleştirerek reklamlar yayınlamıştır. Tasvir edilen kişiler tanınabilir olmaya devam etmiştir. Bu kampanyanın bir parçası olarak, davalı ayrıca 30 Ağustos 2005 ile 1 Ekim 2005 tarihleri arasında davacının portresini rızası olmadan hem tek bir resim olarak hem de diğer ünlülerle birlikte kullanmıştır. Yayınladığı gazetelerin birçoğunda davacının değiştirilmiş görüntüsü ile reklamlar yayınlamıştır. Davacının portresi 2005 yılı sonuna kadar gazetenin ana sayfasında da yer almaya devam etmiştir.
Mahkemeye göre;
Bir reklamda yer alan görüntü, reklamda editoryal haberciliğe tanınabilir bir referans yoksa ve bu nedenle izleyici görüntüyü yalnızca bir reklam aracı olarak anlıyorsa, kişinin kendi imajı hakkına ve dolayısıyla genel kişilik hakkına müdahale etmis sayilir.
Sonuc olarak mahkeme, sadece bir reklam aracı (göz alıcı) olarak görüntünün güncel bir olay hakkında yorum teşkil etmediğine ve telif hakki ücretinin ödenmesi talebinin kabul edildiğine karar vermiştir.
“Böhmermann Bal” uyuşmazlığı özelinde, öncelikle tarafların menfaatleri ortaya konmalıdır. Böhmermann’ın kişilik hakları çeşitli yasalar tarafından korunmaktadır. İlk olarak, Böhmermann’ın kişilik hakkı Alman Anayasası’nın (GG) 1. Maddesi ile bağlantılı olarak 2. Maddesi ile güvence altına alınmıştır. Ayrıca, Alman Medeni Kanunu (BGB) Madde 12 Böhmermann’ın isim hakkını ihlale karşı korumaktadır. Buna ek olarak Böhmermann, Alman Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (KUG) Madde 22 uyarınca kendi imajı üzerindeki hakkının garanti altına alınmasını talep edebilir. KUG Madde 22’ye göre, resimler tasvir edilen kişinin rızası olmadan dağıtılamaz veya kamuya gösterilemez. Sonuç olarak Böhmermann, BGB Madde 823 I, 1004 I, 2 uyarınca bir talepte bulunma hakkına sahip olabilir. Buna ek olarak, telif hakki ücretlerinin ödenmesini talep edebilir.
Arıcı ile ilgili olarak, somut olayda, Heinzig’in tepkisinin Madde 5 I 1 GG anlamında ifade özgürlüğü ve Madde 5 III 1 GG kapsamında sanatsal özgürlük olarak kabul edilebileceğini belirtmek gerekir. Ayrıca, görüntüler yakın tarihten taninmiş birine aitse, KUG Madde 22 kapsamında istisnai olarak izinsiz dağıtılabilir. Bu noktada öncelikle davacının görüntüsünün kullanılması ve adının zikredilmesiyle kişilik haklarının hukuka aykırı bir şekilde ihlal edilip edilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Davacının görüntüsünün yakin tarihten olduğu varsayılsa bile, tasvir edilen kişinin meşru bir menfaati ihlal ediliyorsa, yayın için izin yoktur.
Davacının genel kişilik hakları ile Alman Anayasası’nın 5. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesi ve AİHS’nin 10. maddesi kapsamındaki ifade özgürlüğü birbirlerine karşı tartılmalıdır. Buna ek olarak, GG Madde 5 paragraf 3 cümle 1 kapsamındaki sanat özgürlüğünün de arıcının lehine olup olmadığı cevaplanmalıdır.
Genel bağlamda, buradaki başlangıç noktası, mevcut olayda reklamın hiciv karakterinin tanınabilir olup olmadığını incelemek olacaktır. Böhmermann’ın bir politikacı olarak tanınabilir olduğunu varsayarsak, alıcılar Böhmermann’ın gerçekten balı tavsiye etmediğini ve bu reklamın hiciv olduğunu anlayabilir. Bu durumda Böhmermann, § 22 KUG anlamında yakın tarihten bir kişi olarak kabul edilir ve fotoğrafları izin alınmaksızın kullanılabilir. Ancak, bir komedyenin bir politikacı kadar tanınmış olmayacağı ve ortalama bir arıcılık ürünleri alıcısının reklamı hiciv olarak kabul etmeyeceği varsayıldığında, Böhmer yukarıda belirtilen hakları ileri sürebilir.
Böhmermann’ın avukatı şimdiden temyize başvuracağını açıkladı. Daha kapsamlı bir değerlendirme yapabilmek için bir üst mahkemenin kararını beklemek yerinde olacaktır.
Açıklama: Bu yazı 4.3.2024 tarihinde Martin Luther Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk kürsüsünde, Dipl.-Jur. Lukas Hundertmark ve Dr. Katharina Bernheim- Engler, LL.M (Berkeley) tarafından hazırlanıp sunulmuş olan “ Der Honigstreit” adli temanin genişletilmesi yoluyla kaleme alinmistir.
AYŞE SAYIM
AKADEMİSYEN / HUKUK DANIŞMANI
[1] “Greenwashing” terimi, bir şirketin veya kurumun çevre dostu veya sürdürülebilir bir imaj yaratma çabalarını ifade eder, ancak bu çabaların gerçek değil veya yetersiz olduğu durumları tanımlar. Greenwashing, tüketicileri yanıltarak veya kamuoyunu etkileyerek, kurumun çevresel sorumluluklarını abartarak veya yanıltıcı bir şekilde pazarlama stratejilerini kullanarak gerçek bir çevresel taahhüdü taklit etme girişimlerini içerir. Bu terim, bir şirketin sadece çevre dostu bir imaj oluşturarak asıl çevresel sorunları ele almadığı durumları belirtmek için kullanılır.
Makalenin Almanca Metni Aşağıdadır
Ein Honig Streit: Satire oder Wahr
Gesetze: §§ 22, 23 KUG, §§ 12, 823 I, 1004 I, 2 BGB, Art 5, III, Art 1 I, Art 2 I GG, Art. 10. EMRK
Deutscher Berufskomiker Jan Böhmermann hatte im November Imker Rico Heinzig in einer Sendung des “ZDF Magazin Royale“, in dem die Personen in humoristischer Form kritisiert werden, Greenwashing mit Bienenpatenschaften vorgeworfen – “Beewashing” nannte es der Satiriker. Die Antwort des Imkers war nicht etwa eine Klage, sondern eine publizistische Gegendarstellung: Heinzig hatte das beschriebene Werbeplakat erstellt und im örtlichen Edeka-Markt aufhängen lassen. Weiterhin hatte er auf der Website der Imkerei für den Beewashing-Honig unter dem Namen “Böhmermann-Honig” geworben.Dort finden sich die Worte:”Der Honig zur ZDF Magazin Royale Sendung – auf Wunsch mit eigenem Firmenbranding.
Beides wurde von Berufskomiker Böhmermann nicht als witzig empfunden und er wehrte sich mit einer Unterlassungsklage vor dem Landgericht (LG) Dresden. Jedoch erleidet er eine Niederlage. Das LG hält die Werbeaktion für zulässig (Urt. v. 08.02.2024, Az. EV 3 O 2529/23t). Das Gericht berücksichtigte, dass Heinzigs Imkerei “das geschützte Recht der freien Meinungsäußerung genießt und damit dem Informationsinteresse der Allgemeinheit dient”, wie es in einer Pressemitteilung des LG heißt.Die Persönlichkeitsrechte von Herrn Böhmermann seien nicht höher zu bewerten als die Persönlichkeitsrechte des Klägers.
Der Satiriker betrachtet dies nicht als Gegensatire, sondern als Werbung auf seine Kosten: Heinzig nutze Böhmermanns Namen, Bild und Reputation aus, um ein unfairer Vorteil zu erlangen und verletzt die Allgemeinen Persönlichkeitsrechts, insbesondere der Namens- und Bildnisrechte. Der Anwalt von Heinzig Dr. Markus Hoffmann (Lippert Stachow) argumentierte vor dem LG, dass Personen, die im “ZDF Magazin Royale” in humoristischer Form kritisiert würden, keine andere Möglichkeit hätten, als sich mit Gegensatire zu wehren. Böhmermanns Rechtsanwalt Dr. Torben Düsing betonte hingegen „Der rechtswidrige Verkauf von Waren zum Zweck der unternehmerischen Gewinnmaximierung ist keine Satire“.
LG-Richterin Heike Kremz hatte das Werbeplakat mehrfach als Satire bezeichnet. Ein wesentlicher juristischer Streitpunkt in diesem Fall ist die Frage, ob es sich bei der Aktion für den durchschnittlichen Imkerkunden um eine Satire handelt. Ist sie das nicht, könnten die Kunde ausgehen, als würde Böhmermann den Honig tatsächlich empfehlen.
War der satirische Charakter der Werbung vorliegend erkennbar?
Bevor diese Frage beantwortet wird, ist zunächst auf einige Rechtsprechungen einen Blick zu werfen.
Satirische Darstellung in einer Werbeanzeige – Rücktritt des Finanzministers- BGH, Urteil vom 26. 10. 2006 – I ZR 182/04 (OLG Hamburg)
Oskar Lafontaine, der Kläger, ist am 11. 3. 1999 von seinen Ämtern als Bundesminister der Finanzen und als Parteivorsitzender der SPD zurückgetreten.Die Beklagter betreibt als Konzerntochter der Autovermietung S-AG das Leasinggeschäft mit Kraftfahrzeugen. Sie warb – jeweils ohne Zustimmung des Kl. – am 21. 3. 1999 mit einer halbseitigen Anzeige in der „Welt am Sonntag” und am 22. 3. 1999 mit einer doppelseitigen Anzeige in der FAZ. Die Porträtaufnahmen zeigen 16 Mitglieder der damaligen Bundesregierung einschließlich des Kläger, dessen Bild durchgestrichen, aber weiterhin erkennbar ist. Der Werbeslogan lautet: „S verleast auch Autos für Mitarbeiter in der Probezeit.”Der Kläger hat die Beklagter. auf Zahlung einer fiktiven Lizenzgebühr in Höhe von 250000 DM (127822,27 Euro) in Anspruch genommen. Er hat die Auffassung vertreten, die Beklagter habe auf seinen Bekanntheitsgrad abgestellt und sein Bild zu Werbezwecken zwangskommerzialisiert. Der Beklagte ist der Klage entgegengetreten.
Nach dem Gericht;
1. Die unbefugte kommerzielle Nutzung eines Bildnisses begründet im Allgemeinen – sei es unter dem Gesichtspunkt des Schadensersatzes oder der ungerechtfertigten Bereicherung – einen Anspruch auf Zahlung der angemessenen Lizenzgebühr, ohne dass es darauf ankommt, ob der Abgebildete bereit oder in der Lage gewesen wäre, gegen Entgelt Lizenzen für die Verbreitung und öffentliche Wiedergabe seines Bildnisses einzuräumen.
2. Eine prominente Persönlichkeit aus dem Bereich der Zeitgeschichte muss es zwar regelmäßig nicht dulden, dass das eigene Bildnis von Dritten für deren Werbezwecke eingesetzt wird. Doch findet auch hier eine Güterabwägung statt, die dazu führen kann, dass die Verwendung des fremden Bildnisses in einer Werbeanzeige, die sich satirisch mit einem aktuellen Tagesereignis auseinandersetzt, vom Betroffenen hingenommen werden muss.
Im Ergebnis entschied das Gericht, dass diese Werbung satiristisch ist und der Anspruch auf Zahlung einer fiktiven Lizenzgebühr abgelehnt wird.
Veröffentlichung des Bildes eines Gewerkschaftsführers zu Werbezwecken – Gewerkschaftsführer- OLG Dresden, Urt. v. 21.8.2018 – 4 U 1822/17
Der Kl. begehrt Unterlassung und Zahlung fiktiver Lizenzgebühren wegen einer Bildveröffentlichung der Bekl.
Der Kl. ist seit 2008 Bundesvorsitzender der Gewerkschaft A. Die Bekl. ist ein Tochterunternehmen der …-SE, einer international tätigen Autovermietung und Leasingfirma. Von Herbst 2014 bis Mai 2015 organisierte die … insgesamt neun mehrtägige, flächendeckende Streiks bei der D-AG mit einer Gesamtdauer von 420 Stunden, die bundesweit Beachtung fanden und in der Öffentlichkeit vielfach kontrovers diskutiert wurden. Am 6.11.2014 erschien in der …-Zeitung die – nachfolgend wiedergegebene – ganzseitige Werbeanzeige der Bekl., die ein Porträtfoto des Kl. zeigte und den folgenden Text: „Unser Mitarbeiter des Monats. (Günstige Mietwagen an allen Bahnhöfen und unter „x.de“. Links oben fand sich der Name des Kl. mit dem Zusatz „Gewerkschaftsführer“.
Nach dem Gericht,
1. Die vom Bundesgerichtshof in der „Lafontaine“-Entscheidung aufgestellten Grundsätze zur Zulässigkeit einer Bildveröffentlichung im Rahmen von Werbeanzeigen finden nicht nur auf Politiker Anwendung. Entscheidend ist vielmehr, ob in satirischer Absicht ein Ereignis der Zeitgeschichte aufgegriffen wird, mit dem der Abgebildete verbunden wird.
2. Bezieht sich die Abbildung auf den Vorsitzenden einer Gewerkschaft, kann dieser sich hiergegen nicht unter Bezug auf die Koalitionsfreiheit zur Wehr setzen.
Im Ergebnis entschied das Gericht, dass diese Werbung satiristisch ist und der Anspruch auf Zahlung einer fiktiven Lizenzgebühr und Unterlassung abgelehnt wird.
Werbung ohne Einwilligung – Lizenzgebühr für Joschka Fischer
LG Hamburg, Urt. v. 27.10.2006, 324 O 381/06
Der Kl. nimmt die Bekl. auf Zahlung einer Lizenzgebühr sowie auf Erstattung von Rechtsanwaltskosten in Anspruch. Der Kl. ist Bundestagsabgeordneter und Bundesaußenminister a.D. Die Bekl. verlegt die Zeitung. Es handelt sich hierbei um eine Kompaktausgabe der ebenfalls von der Bekl. verlegten Zeitung, die gegenüber der ein halbiertes Format mit weniger Inhalt in komprimierter Form aufweist. Im Rahmen einer im September 2005 gestarteten Einführungskampagne veröffentlichte die Bekl. Anzeigen mit den Abbildungen von Gesichtern bekannter Persönlichkeiten, denen sie die Gesichtszüge jüngerer Kinder gab. Die abgebildeten Personen blieben erkennbar. Im Rahmen dieser Kampagne verwendete die Bekl. auch das Bildnis des Kl. ohne dessen Einwilligung im Zeitraum vom 30. 8. 2005 bis zum 1. 10. 2005 sowohl als einzelnes Bild als auch gemeinsam mit anderen Prominenten. Sie veröffentlichte Anzeigen mit dem verfremdeten Bild des Kl. in mehreren der von ihren verlegten Zeitungen. Auf der Homepage der Zeitung ist das Bildnis des Kl. zudem noch bis circa Ende des Jahres 2005 abrufbar gewesen.
Nach dem Gericht;
Eine Abbildung in einer Werbeannonce greift in das Recht am eigenen Bild und damit zugleich in das allgemeine Persönlichkeitsrecht ein, wenn in der Annonce eine erkennbare Bezugnahme auf eine redaktionelle Berichterstattung fehlt und der Betrachter daher die Abbildung als bloßes Werbemittel begreift.
Im Ergebnis entschied das Gericht, dass es die Abbildung als Bloßes Werbemittel (Blickfang) keine Kommentierung eines aktuellen Ereignisses Zeitgeschehens darstellt und den Anspruch auf Zahlung einer fiktiven Lizenzgebühr angenommen wird.
Im konkreten Honig-Streit sind zunähst Interessen der Parteien darzustellen.
Dabei werden die Persönlichkeitsrechte von Böhnermann durch verschiedene Gesetze geschützt.
Zunächst einmal wird das Persönlichkeitsrecht von Böhnermann durch Art 2 I i. V. m. Art 1 I GG gewährleistet. Danach schützt § 12 BGB das Namensrecht von Bödrmann vor den Verletzungen. Des Weiteren kann er nach § 22 KUG verlangen, das Recht am eigenen Bild gewährleistet zu werden. Nach § 22 KUG dürfen Bildnisse ohne Einwilligung des Abgebildeten nicht verbreitet oder öffentlich zur Schau gestellt werden. Daraus folgend könnte Böhnermann gegebenenfalls Anspruch aus §§ 823 I, 1004 I, 2 BGB zustehen. Darüber hinaus könnte er auf die Zahlung der fiktiven Lizenzgebühren verlangen.
Was Imker angeht, ist es zu sagen, dass im konkreten Fall die Reaktion von Heinzig als die Meinungsfreiheit i. S. v. Art. 5 I 1 GG und die Kunstfreiheit nach Art. 5 III 1 GG betrachtet werden könnten. Weiterhin werden Bildnisse ausnahmsweise ohne Einwilligung i. S. v. § 22 KUG verbreitet werden, wenn sie aus den Bereichen der Zeitgeschichte sind.
An der Stelle ist zunächst festzustellen, ob Rechtswidrige Persönlichkeitsrechtsverletzung durch Verwendung des Bild des Klägers und Nennung von dessen Namen vorliegt. Selbst wenn das Bild des Klägers aus den Bereichen der Zeitgeschichte angenommen würde, liegt keine Befugnis zur Vorbereitung, wenn ein berechtigtes Interesse des Abgebildeten verletzt wird.
Das allgemeine Persönlichkeitsrecht des Klägers und die Meinungsäußerungsfreiheit aus Art. 5 Abs. 1 S. 1 GG und Art. 10 EMRK sollen gegenseitig abzuwägen werden. Zudem muss es beantwortet werden, ob für den Imker auch die Kunstfreiheit aus Art. 5 Abs. 3 S. 1 GG spricht.
Im gesamten Kontext wäre hier der Ausgangspunkt zu prüfen, ob der satirische Charakter der Werbung vorliegend erkennbar ist. Wenn wir davon ausgehen, dass Böhmermann so erkennbar ist wie ein Politiker, können die Käufer verstehen, dass Böhmermann nicht wirklich Bali empfiehlt und dass diese Werbung eine Satire ist. In diesem Fall gilt Böhmermann als eine Person aus der Zeitgeschichte im Sinne von § 22 KUG, und seine Fotos dürfen ohne Einwilligung verwendet werden. Geht man jedoch davon aus, dass ein Komiker nicht so bekannt wäre wie ein Politiker und dass ein durchschnittlicher Käufer von Imkereiprodukten die Werbung nicht als Satire annehmen würde, könnte Böhmer die oben genannten Rechte geltend machen. Böhmermanns Anwalt hat bereits Berufung angekündigt. Es wäre angebracht, das Urteil des höheren Gerichts abzuwarten, um eine umfassendere Bewertung vornehmen zu können.
Hinweis: Diese Darstellung wurde am 4.3.2024 von Dipl. Jur. Lukas Hundertmarkt und Dr. Katharina Bernheim- Engler, LL.M (Berkeley) am Lehrstuhl von der juristischen Fakultät der Martin-Luther-Universität unter dem Thema „Honigstreit“ präsentiert. Dieser Text wurde als Erweiterung der genannten Präsentation erstellt.
Akhisar Avukat, Almanya tazminat davaları, Tazminat Avukatı, Akhisar Tazminat Avukatı, Türkiye tazminat avukatı
Akhisar Avukat, Akhisar Miras Avukatı, Akhisar Gayrimenkul Avukatı, Akhisar Tazminat Avukatı Dava, 4 adet bağımsız bölümle ilgili ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar verilmiş, hüküm davalı tarafça temyiz edilmiştir. Davacı, 1506 no’lu parsel üzerinde kat irtifakı kurulu binada zemin kat 3 ve 4 no’lu anbarlar ile birinci katta 5 no’lu ikinci katta 7 no’lu dairelerde davalı ile iştirak halinde malik olduklarını belirterek ortaklığın satış yoluyla giderilmesini dava ve talep etmiştir. Davalı cevabında; 5 no’lu bağımsız bölümün kendisine ait olduğunu bu konuda tescil talepli dava açacağını bekletici sorun yapılmasını ve diğer taşınmazlarla ilgi olarak TMK’nın üçüncü bölümündeki, mirasın paylaşılması ile ilgili hükümlerin gereklerine göre paylaştırılmasını istemiştir.
Tapu kayıtları incelendiğinde; dava konusu bağımsız bölümlerin elbirliği mülkiyet hükümlerine göre davacı ve davalı adına tapu da kayıtlı olduğu ve teknik bilirkişilerce hazırlanan raporlara göre, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 22/A maddesi uygulaması sonrasına da 452 ada 17 parsel olarak kayıt altına alındığı anlaşılmıştır. Paydaşlığın (ortaklığın) giderilmesi davaları paylı ve elbirliği mülkiyeti hükümlerine tabi mallarda paydaşlar veya ortaklar arasındaki hukuki ilişkiyi sona erdiren, birlikte mülkiyetten ferdi mülkiyete geçmeyi sağlayan iki taraflı, taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalardır. Dava konusu 2 adet anbar ve 2 adet bağımsız bölüm tarafların ortak murisi D’den veraseten intikal etmiştir.
4721 sayılı TMK’nın 642/2 maddesi uyarınca “Her mirasçı, terekedeki belirli malların aynen, olanak yoksa satış yoluyla paylaştırılmasına karar verilmesini sulh mahkemesinden isteyebilir. Mirasçılardan birinin istemi üzerine hakim, terekenin tamamını ve terekedeki malların her birini göz önünde tutarak, olanak varsa taşınmazlardan her birinin tamamının bir mirasçıya verilmesi suretiyle paylaştırmayı yapar. Mirasçılara verilen taşınmazların değerleri arasındaki fark para ödenmesi yoluyla giderilerek miras payları arasında denkleştirme sağlanır.”
650. maddesinde ise “Mirasçılar, tereke mallarından mirasçı veya ortak kök sayısınca pay oluştururlar. Anlaşma olmazsa, mirasçılardan her biri, payların oluşturulmasını sulh mahkemesinden isteyebilir. Payların oluşturulmasında hakim, yerel adetleri, mirasçıların kişisel durumlarını ve çoğunluğun arzusunu göz önünde bulundurur. Payların özgünlenmesi mirasçıların anlaşması uyarınca yapılır. Buna olanak bulunmazsa kur’a çekilir.” hükmü yer almaktadır.
642. maddesinin gerekçesinde de bu düzenlemenin uygulamada terekede yer alan değerlerin her birinin ayrı ayrı ele alınması nedeniyle aynen paylaşılmasının mümkün olmadığı, bunun da taşınmazların el değiştirmesine ve mirasçıların miras bırakanın terekesinden uzaklaştırılmasına sebep olduğu gözetilerek getirildiği açıklanmıştır. Bu hükümlerden açıkca anlaşılacağı üzere hakim miras yoluyla intikal eden terekenin tamamı veya terekedeki malların her birinin göz önünde tutarak olanak varsa taşınmazların her birinin tamamını bir mirasçıya vermek suretiyle paylaştırma yapılabilir. Yargıtay HGK’nın 27.04.2011 günlü 2011/6-55 Esas, 2011-222 Karar sayılı ilamında da TMK 642 ve 650. maddelere göre uyuşmazlığın çözümü öngörülmüştür.
Dört adet bağımsız bölümün ortaklığının giderilmesi istendiğine ve davacı ile davalı veraseten iştirakli bulunduğuna göre mahkemece öncelikle son tapu kayıtları celb edilerek bağımsız bölümlerin her birinin bir paydaşa düşecek şekilde gerekirse ivaz ilavesi suretiyle aynen taksiminin mümkün olup olmadığı uzman bilirkişiler aracılığı ile araştırılarak oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken belirtilen hususlar gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 10.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
T.C. YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas No : 2014/17081 Karar No : 2016/1980
Im türkischen Recht ist die Aufhebung der Gemeinschaft eine Klageart, die den Übergang zum persönlichen Eigentum durch Beendigung der Beteiligung der Gesellschafter an beweglichen oder unbeweglichen Sachen, die dem Mit- oder Gesamthandseigentum unterliegen, ermöglicht. In der Regel handelt es sich bei dieser Klageart um ein den Gesellschaftern zuerkanntes Gestaltungsrecht.[1]
In der Praxis ist das häufigste Beispiel die Klage, die erhoben wird, um die Erbgemeinschaft zu beenden.
Bei der Aufhebung der Gemeinschaft ist es zwingend erforderlich, vor der Einreichung einer Klage ein Schlichtungsverfahren zu beantragen (Artikel 18/B des Gesetzes Nr. 6325). Die Klage auf die Aufhebung der Partnerschaft, die ohne Antrag auf Mediation eingereicht wird, wird verfahrenstechnisch abgewiesen.
Die Klage auf Aufhebung der Gesellschaft ist eine Mehrparteienklage und wird gegen alle Gesellschafter der Mobilie oder des Grundstücks erhoben. Diese Klage kann nicht gegen eine Immobilie eingereicht werden, die auf den Namen einer Person mit einem vollen Anteil eingetragen ist.[2] Der Verzicht des Klägers auf die Klage führt nicht zur Beendigung des Rechtsstreits. Jeder Beteiligte hat das Recht, die Aufhebung der Gesellschaft zu verlangen. Darüber hinaus muss eine Immobilie im Grundbuch eingetragen sein, um Gegenstand einer Klage auf Aufhebung der Gemeinschaft zu sein. Für Immobilien, die nicht im Grundbuch eingetragen sind, kann nicht durch eine Klage auf Aufhebung der Partnerschaft entschieden werden. Das Recht einer Person, ein normales Telefon oder Mobiltelefon zu benutzen, das Recht auf Kabelfernsehen, das Recht auf Internetnutzung usw. kann Gegenstand einer Klage auf Aufhebung der Gemeinschaft sein. Marken können im Rahmen der Bestimmungen des Handelsgesetzbuchs Gegenstand einer Aufhebungsklage sein, da sie zu den Rechten gehören, die in Geld gemessen werden können.[3] Darüber hinaus kann eine Klage auf Aufhebung der Gemeinschaft auch in Bezug auf begebbare Wertpapiere eingereicht werden.
Kann die Aufteilung nicht durch eine Vereinbarung erreicht werden, kann einer der Gesellschafter die Aufhebung der Gesellschaft durch eine Klage beantragen (tBGB 642, 644, 885, 663, 698, 703). Wenn der Kläger nicht will, dass der Anteil des Mit- oder Gesamteigentums an einen Dritten übertragen wird, kann er eine einstweilige Verfügung beantragen. Alle Gesellschafter müssen sich an der Klage beteiligen. Ist der Miteigentümer minderjährig, wird die Klage an die Eltern oder den Vormund gerichtet. Der Vormund muss die Klage, die gegen die beschränkte Person erhoben wird, verfolgen. Im Falle des Todes eines Gesellschafters werden seine Erben Partei des Prozesses.
Die Aufhebung der Gesellschaft erfolgt auf zwei Arten: durch Naturalteilung oder durch Verkauf.
Der Richter kann beschließen, die Gemeinschaft aufzulösen, indem er die Vereinbarung der Parteien über die Aufteilung des Vermögens berücksichtigt. Besteht zwischen den Parteien Uneinigkeit über die Aufteilung der Immobilie, wird die Gemeinschaft durch Verkauf oder Naturalteilung aufgelöst. Bei der Naturalteilung sollte das Gericht die Fläche der Immobilie, ihre Eigenschaften berücksichtigen. Zudem muss es in Betracht ziehen, ob die Bebauungsgesetzgebung eine Naturalteilung des genannten Vermögens zulässt. Wenn die Teilung bei der Immobilie einen erheblichen Wertverlust mit sich bringt, kann eine Teilung in Naturalien nicht beschlossen werden. Sind die geteilten Teile nicht gleichwertig, so wird der fehlende Teil durch Hinzurechnung der Gegenleistung für den fehlenden Teil ausgeglichen.
In Fällen, in denen es nicht möglich ist, das unbewegliche Vermögen in Naturalien aufzuteilen, wird die Gesellschaft durch Verkauf beendet. Der Verkauf des unbeweglichen Vermögens erfolgt nicht durch das Gericht, sondern durch das Verkaufs- oder Vollstreckungsbüro. Wenn jedoch alle Gesellschafter zusammenkommen und einstimmig vereinbaren, dass der Verkauf zwischen den Gesellschaftern erfolgt, wird der Verkauf nur zwischen den Gesellschaftern durchgeführt.
Besteht ein Streit über das Eigentum an den wesentlichen Bestandteilen wie Gebäuden und Bäumen der betreffenden Immobilie, muss eine separate Klage eingereicht werden, um diesen Streit beizulegen. Dieser Rechtsstreit wird im Rahmen des Verfahrens zur Aufhebung der Partnerschaft als Warteschleife geführt.
Das für die Abwicklung der Gemeinschaft sachlich zuständige Gericht ist die Zivilabteilung des Amtsgerichtes. Das örtlich zuständige Gericht ist gemäß 12 tZPO das Gericht, in dessen Bezirk sich das unbewegliche Vermögen befindet.
Der Verkaufsbeschluss im rechtskräftigen Gerichtsurteil kann jederzeit, während der 10-jährigen Verjährungsfrist vollstreckt werden. Die Entscheidung über die Teilung in Naturalien unterliegt nicht der Verjährung.
Bei der Auflösung der Gemeinschaft gibt es keinen Gewinner und keinen Verlierer, da der Fall für beide Parteien ähnliche Ergebnisse hat. Aus diesem Grund sollten die Kosten des Verfahrens und die Anwaltsgebühren den Parteien im Verhältnis zur Verteilung des Verkaufspreises auferlegt werden.[4]
[1] Ruhi/Ruhi, Izale-i Süyu-Ortakligin Giderilmesi-Paydasligin Giderilmesi Davalari, Ankara 2022, S. 17
[2] Vgl. Kassationshof, 14. HD., Esas No: 2017/1289; Karar No: 2021/226, Tarih: 21.01.2021
[3] Balci, Paylasma (Ortakligin) Giderilmesi Davalari; Ankara 2012, S. 129
[4] Ruhi/Ruhi, Izale-i Süyu-Ortakligin Giderilmesi-Paydasligin Giderilmesi Davalari, Ankara 2022, S. 20
Türk hukukunda topluluğun tasfiyesi, ortakların ortak veya ortak mülkiyete konu taşınır veya taşınmaz mallardaki paylarının sona erdirilmesi yoluyla kişisel mülkiyete geçilmesini sağlayan bir dava türüdür. Bu tür davalar kural olarak pay sahiplerine tanınan bir yapılandırma hakkını içermektedir.
Uygulamada en sık karşılaşılan örnek, miras ortaklığının sona erdirilmesi için açılan davadır.
Ayrılma durumunda dava açılmadan önce ARABULUCUYA başvurulması zorunludur (6325 Sayılı Kanun Madde 18/B). Arabuluculuk talebi olmaksızın açılan ortaklığın sona erdirilmesi davası usul yönünden reddedilir.
ortaklığın giderilmesi davası çok taraflı bir dava olup, taşınır malın veya mülkün tüm hissedarlarına karşı açılır. Bu dava, tam menfaat sahibi bir kişi adına kayıtlı bir taşınmaza karşı açılamaz. Davacının davadan feragat etmesi hukuki uyuşmazlığı sona erdirmez. İlgili herkesin ortaklığın feshini talep etme hakkı vardır. Ayrıca bir taşınmazın ortaklığın sona erdirilmesi davasına konu olabilmesi için tapu siciline kayıtlı olması gerekmektedir. Tapu kütüğüne kayıtlı olmayan taşınmazlar için ortaklığın sona erdirilmesine karar verilemez. Kişinin normal telefon veya cep telefonu kullanma hakkı, kablolu televizyon hakkı, interneti kullanma hakkı vb. ortaklığın giderilmesi davasına konu olabilir. Markalar parayla ölçülebilen haklar arasında yer aldığından Ticaret Kanunu hükümleri uyarınca iptal davasına konu olabilmektedir. Ayrıca kıymetli evraklar için de ortaklığın giderilmesi davası açılabilir.
Bölünmenin anlaşma yoluyla sağlanamaması durumunda ortaklardan biri dava yoluyla ortaklığın giderilmesi için başvuruda bulunabilir (tBGB 642, 644, 885, 663, 698, 703). Davacı, müşterek veya toplam mülkiyet payının üçüncü kişiye devredilmesini istemiyorsa ihtiyati tedbir talebinde bulunabilir. Davaya tüm hissedarların katılması gerekmektedir. Eğer ortak malik reşit değilse, dava ebeveynlere veya vasiye yöneliktir. Vasi, kısıtlanan kişiye karşı açılan davayı takip etmelidir. Tarafın ölümü halinde mirasçıları sürece taraf olur.
Hakim, tarafların mal paylaşımına ilişkin anlaşmasını dikkate alarak topluluğun feshine karar verebilir. Mal paylaşımı konusunda taraflar arasında anlaşmazlığın olması halinde topluluk satış veya ayni taksim yoluyla feshedilir. Mülkiyetin ayni dağıtımında mahkemenin mülkün alanını ve özelliklerini dikkate alması gerekir. Ayrıca imar mevzuatının söz konusu varlıkların ayni dağıtımına izin verip vermediği de dikkate alınmalıdır. Mal paylaşımında önemli bir değer kaybı meydana gelmişse ayni taksime karar verilemez. Bölünen kısımların eşdeğer olmaması halinde, eksik kısım, eksik kısmın bedeli eklenerek telafi edilecektir.
Taşınmazın ayni olarak bölünmesinin mümkün olmadığı hallerde ortaklık satış yoluyla sona erer. Taşınmazın satışı mahkeme tarafından değil, satış müdürlüğü tarafından yapılır. Ancak ortakların tamamının bir araya gelerek satışın ortaklar arasında yapılması konusunda oybirliğiyle anlaşması halinde satış yalnızca ortaklar arasında olacaktır.
Söz konusu taşınmazın bina, ağaç gibi asli unsurlarının mülkiyeti konusunda ihtilaf varsa, bu ihtilafın çözümü için ayrı bir dava açılması gerekir. Bu dava ortaklığın sona ermesi sürecinin bir parçası olarak yürütülüyor. Ortaklığın giderilmesinden sorumlu mahkeme, Sulh Hukuk Mahkemesi'dir. 12 tZPO'ya göre yerel yetkili mahkeme, taşınmazın bulunduğu bölgede bulunan mahkemedir. Hukuken bağlayıcı olan mahkeme kararındaki satış kararı, 10 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde herhangi bir zamanda icra edilebilir. Ayni taksim kararı zamanaşımına tabi değildir. Davanın her iki taraf için de benzer sonuçları olması nedeniyle ortaklığın giderilmesinde kazanan ya da kaybeden yoktur. Bu nedenle yargılama masrafları ve avukatlık ücretlerinin, satış bedelinin dağılımıyla orantılı olarak taraflara yüklenmesi gerekmektedir.
Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezler kullanmaktadır. Bu konuda iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz devre dışı bırakabilirsiniz. Çerez AyarlarıKabul Et
Privacy & Cookies Policy
Privacy Overview
This website uses cookies to improve your experience while you navigate through the website. Out of these cookies, the cookies that are categorized as necessary are stored on your browser as they are essential for the working of basic functionalities of the website. We also use third-party cookies that help us analyze and understand how you use this website. These cookies will be stored in your browser only with your consent. You also have the option to opt-out of these cookies. But opting out of some of these cookies may have an effect on your browsing experience.
Necessary cookies are absolutely essential for the website to function properly. This category only includes cookies that ensures basic functionalities and security features of the website. These cookies do not store any personal information.
Any cookies that may not be particularly necessary for the website to function and is used specifically to collect user personal data via analytics, ads, other embedded contents are termed as non-necessary cookies. It is mandatory to procure user consent prior to running these cookies on your website.