0

MİRASÇILARDAN MAL KAÇIRMA / MUVAZAALI İŞLEM SEBEBİYLE TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI SIRASINDA TAŞINMAZIN DEVREDİLMESİ HALİNDE İZLENECEK YOL. (Akhisar Avukat Ali SAYIM)

Miras Avukatı, Akhisar Miras Avukatı, Akhisar Avukat, Mal kaçırma sebebiyle dava açmak, mirasçılardan mal kaçırma, vekaletle mal kaçırılması durumunda dava hakkı, Manisa Akhisar Avukat Ali SAYIM, SAYIM HUKUK BÜROSU

Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiyedevrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur. b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür. Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

T.C YARGITAY 1. HD Esas: 2021/ 10535 Karar: 2022 / 4238 Karar Tarihi: 26.05.2022

İLK DERECE MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleştirilen davanın reddine ilişkin kararın, asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; başvurunun esastan reddine dair verilen karar, süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1.Asıl davada davacı, mirasbırakan annesi …’a kendi babası …’dan birçok taşınmaz intikal ettiğini, mirasbırakan …’nın örf ve adetlere olan bağlılığı nedeniyle taşınmazlardaki tasarruf yetkisinin ağabeylerinde olması gerektiği inancı ile hareket ederek babası …’dan intikal eden miras payının intikali ve satışı için dava dışı kardeşi…’a vekaletname verdiğini, bu vekaletnameye dayanarak dava konusu kök mirasbırakan … adına kayıtlı 2014 ada 10 parsel sayılı taşınmazın önce mirasçılarına intikal ettiğini, ardından satış gösterilmek suretiyle davalılara devredildiğini, ancak temlikin muvazaalı olduğunu, ödeme yapılmadığını ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile payları oranında mirasbırakanın mirasçıları adlarına tesciline karar verilmesini istemiştir.

2.Asli müdahiller, dava konusu taşınmaz üzerinde mirasçı olduklarını, miras haklarının çiğnendiğini ileri sürerek, asli müdahiliklerine ve miras payları oranında tapu iptal-tescile karar verilmesini istemişlerdir.

3.Asıl davada davacı ve birleştirilen davada davacılar(asli müdahiller) vekili, yargılama sırasında verdiği 26/11/2014 tarihli dilekçesi ile dava açıldıktan sonra taşınmazın devredildiğini, HMK’nın 125 inci maddesi uyarınca tapu iptal ve tescil davası olarak taşınmazı devralan kişiye karşı davaya devam ettiklerini bildirerek yeni .. ‘nin davaya dahil edilmesini istemiş, 09/12/2015 tarihli ıslah dilekçesi ile; bir kısım davacıların mirasbırakan annesi…’dan, bir kısım davacıların kendisinden hile ve desiselerle, intikal işlemleri için alınan vekaletnamelerle yapılan temliklerin muvazaalı olduğundan bahisle, asıl davanın tümden ıslahı suretiyle tapu kaydının miras payı oranında iptali ile yine payı oranında davacı adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

II. CEVAP

1.Davalılar … ve …, mirasbırakanları…’nın sözlü olarak dava konusu taşınmazın davalı … ile dava dışı…’a ait olmasını vasiyet ettiğini, bu kapsamda mirasbırakanlarının arzusu doğrultusunda mirasbırakan …’nın da yer aldığı tüm kardeşlerin sıhhatli iradesi ile temlik işlemini gerçekleştirdiğini, taşınmazın 27/08/2013 tarihinde ivazlı olarak …’ye temlik edildiğini, satış sonrası, mirasbırakanları…’in sözlü vasiyeti gereği kız kardeşleri veya mirasçıları ile irtibata geçildiğini, davacının kardeşleri olan …, … ve …’a uyuşmazlığa konu taşınmaz ile ilgili ödemede bulunduklarını, asıl davada davacı ve kardeşi …ile sağlıklı bir iletişim kuramadıklarını, taşınmaz bedeline ilişkin davacıya da ödeme yapmamaları için hiçbir neden bulunmadığını, pasif husumet ehliyetleri bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

2.Dahili/davalı …, taşınmazı iyiniyetli olarak satın aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 17/12/2019 tarihli ve 2013/465 E. 2019/328 K. sayılı kararıyla; asli müdahale talep edenlerin davasının tefrikine karar verilmiş, bilahare dosyalar yeniden birleştirilmiş, asıl dava ile birleşen asli müdahale talepli davanın murismuvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili istemine ilişkin olduğu, dava konusu taşınmazın dava açıldıktan 26 dakika sonra …’ye devredildiği, …nın 125. maddesi gereğince seçimlik hak kullanılması neticesinde davanın devralan yeni malike yöneltildiği, mirasbırakan …’ın taşınmazı devrettiği tarihte davacı çocuklarını ve kardeşlerini mirasından mahrum bırakmasını gerektirecek herhangi bir olgunun varlığının tespit edilemediği, davacılardan mal kaçırmasını gerektirecek bir husumet veya menfaat çatışmasının somut olarak ispatlanamadığı, davanın geçerli delillerle ispat edilemediği; taşınmazın yeni maliki …’nin taşınmazı satın aldığı, iyiniyetli üçüncü kişi konumunda olduğu, muvazaalı işlem yaptığına dair somut bir delilin bulunmadığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu taşınmazın davalılar … ve …’ya, aslında bedelsiz olarak bağışlama ile devredildiği halde satış göstermek suretiyle muvazaalı temlik edildiğini, dava açıldıktan 26 dakika sonra davalı …’y e devredildiğini, Mahkemenin talebi doğrultusunda … ’ye karşı ıslahla birlikte dava yöneltildiğini, hem ilk davadaki ve hem de birleşen ikinci davada başından beri talebin; taşınmazı muvazaalı olarak temlik alan … ve … ile taşınmazı temlik alan üçüncü kişi …’ye karşı birlikte talep şeklinde olduğunu, öncelikle taşınmazın muvazaalı olarak kötü niyetli üçüncü kişiye temliki nedeniyle taşınmazın tapu kaydının davacıların payları oranında iptali ve adlarına tescili, bu mümkün olmadığı takdirde, taşınmazın davacıların paylarına düşen kısmının dava tarihindeki değeri ile bu bedelin dava tarihinden itibaren yasal faizinin asıl davanın dava dilekçesinde belirtilen davalılardan tahsili şeklinde olduğunu, esasen bu gibi durumlarda davanın …nın 125. maddesi gereğince yeni malike de yöneltilerek (davaya dahil edilerek) birlikte sürdürülmesi gerekli ve mümkün iken, Mahkemenin zorlaması nedeniyle davada usuli hatalar yapıldığını, taraf teşkilinin hatalı olduğunu, davacılardan …, …, … ve …’ın anneleri …’den alınan vekaletname ve davacılardan … ve …’dan alınan vekaletname ile dava dışı vekil… tarafından dava konusu taşınmazın davalı eşi … ile davalı kardeşi …’ya bedelsiz olarak temlik ettiği ve söz konusu temlik işlemi sonrası vekil edenlere bir bedel ödemediği hususunun Mahkemece göz ardı edildiğini, asıl davada, dava konusu taşınmazdaki payın vekil aracılığı ile bedelsiz olarak, mirasbırakan annenin erkek kardeşleri olan davalılara gelenek, görenek ve aile baskısıyla gerçekleştiğinin, satışta bir para ödenmediğinin sabit olduğunu, birleştirilen davada ise davacılar …, … ve …’ın asıl davadaki davacının kardeşleri olup aynı durumda olduklarını, birleştirilen davadaki diğer davacılar … ve …’nın ise kök mirasbırakan …’nın oğulları olup, asıl davanın davacısının annesi gibi kardeşleri/davalılardan …’nın eşi…’ya vekaletname verdiklerini, bu davacılara da hiçbir bedel ödenmeksizin paylarının devredildiğini, davalı tarafın soyut bir beyanından başka hiçbir iddia ve delil sunulmadığını, mirasbırakan …’nın gerçek iradesinin bağışlama, söz konusu satışın muvazalı olduğunun çekişme dışı olduğunu, birleştirilen davadaki diğer davacılar … ve …’ya ise bir bedel ödenmediğinin de sabit olduğunu, taşınmazı temlik alan üçüncü kişinin kötü niyetli olduğu ortaya konulmuşsa da Yerel Mahkemece bu hususun göz ardı edildiğini, hayatın olağan akışına aykırı bir şekilde taşınmazın devri gerçekleşmeden önce taşınmazın bedeli ödendiğini, 1.100.000,00 TL’ye satıldığı iddia edilen taşınmazın aslında 550.000,00 TL’ye muvazaalı bir şekilde devrinin gerçekleştirildiğini, davalılar ile taşınmazı temlik alan üçüncü kişi dahili davalının resmi satış senedinde görüleceği üzere satış anında aynı binada ikamet ettiklerini, davalı tanıklarının çelişkili ve gerçek dışı beyanlarının taşınmazın muvazaalı devredildiğini gösterdiğini, sonradan oluşturulan belgeler ile çelişen tanık anlatımlarının söz konusu işlemin gerçek bir satış olmadığını ve muvazaayı ortaya koyduğunu, davalı tarafça satışın gerçekliğine dair hiçbir delil de sunulmadığını, davaya konu taşınmazın değerinden fahiş oranda düşük bir bedelle satıldığını, davalıların işbirliği içerisinde hareket ettiklerini, dahili davalı üçüncü kişinin kötü niyetli olarak taşınmazı temlik aldığı sabit olduğundan, bu davalı bakımından da davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini, talebin hatalı olarak değerlendirildiğini, davanın ikame edilmesinden sonra temlik gerçekleştiğinden, yeni malike karşı da ileri sürülmesi halinde yeni malike yönelik talebin reddi halinde eski malikler yönüyle bedel üzerinden hüküm kurulması gerekirken Yerel Mahkemece bu hususun göz ardı edildiğini bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 22/09/2021 tarihli ve 2020/770 E. 2021/1269 K. sayılı kararıyla; mirasbırakan …’nın mal kaçırma iradesi ile hareket ettiğinin ispat edilemediği, davacı tarafın vekaletin kötüye kullanıldığı iddiası da bulunmadığı, birleştirilen davada … mirasçısı … ve …’nın ise kendi muvazaalarına dayanamayacakları, ilk temlik işlemi yönünden murismuvazaası ve muvazaa kanıtlanamadığından, ikinci el alıcı dahili davalının iyiniyetli olup olmadığının değerlendirilmesine gerek bulunmadığı, sonucu itibarıyla Mahkemece asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1. maddesi uyarınca, davacıların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde asıl ve birleştirilen davada davacılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Temyiz Nedenleri

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; istinaf dilekçesindeki itiraz nedenlerini yineleyip, kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

3. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

3.2.1. Hemen belirtmek gerekir ki; hâkim davacının bildirdiği maddi olaylar ve son istekle bağlı ise de, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi uyarınca, ileri sürülen maddi olaylarda hangi hukuki sebebe göre karar vereceğini tayin ve takdir etmek durumundadır. Başka bir anlatımla, maddi olgu ve olayları (vakıaları) bildirmek yanlara, bildirilen bu olay ve olgular çerçevesinde hukuki nitelendirmeyi yapmak, uyuşmazlığı çözüme ulaştıracak kanun hükmünü bulup uygulamak hakime aittir. Öyle ki, hukuki sebep yanlış gösterilmiş veya hiç gösterilmemiş olsa dahi hakim tarafından en uygun hukuki sebebin bulunması ve ona göre karar verilmesi gerekir.

3.2.2.Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

3.2.3. Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen; \”Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.\” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğüaltındadır.

Vekâletinkapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK’de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK’de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

3.2.4. 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesi; ” – (1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiyedevrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.(1)

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. (Ek cümle:22/7/2020-7251/11 md.) Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.” hükmüne yer verilmiştir.

3.2.5. Diğer taraftan; Miktar veya değeri kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362. maddesi uyarınca temyiz edilemez. Temyize konu edilen miktarın kesinlik sınırının altında kalması hâlinde anılan Kanun’un 366. maddesi atfıyla aynı Kanun’un 352. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekir.

3.3. Değerlendirme

3.3.1. (V/3.2.1.) no.lu paragraftaki yasal düzenleme nazara alındığında; iddianın içeriğinden ve ileri sürülüş biçiminden asıl ve birleştirilen davada davacıların murismuvazaası hukuksal nedeninin yanı sıra vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasına da dayandıkları anlaşılmaktadır.

3.3.2.Hemen belirtilmelidir ki, pay oranında açılan murismuvazaası hukuki nedenine dayalı davalarda davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan, dava değerinin davayı açan mirasçı veya mirasçıların her birinin payına isabet eden değer olacağı kuşkusuzdur.

Dosya içeriğine göre, asıl ve birleştirilen davada mirasbırakan …’nın mirasçıları …, …, …ve … tarafından açılan murismuvazaası hukuksal nedenine dayalı dava bakımından, dava konusu taşınmazdaki mirasbırakan…tarafından devredilen payın keşfen saptanan 300.505,00 TL değeri üzerinden her bir davacının 1/5 miras payına karşılık gelen değer 60.101,00 TL olmakla; temyize konu edilen bu miktar Bölge Adliye Mahkemesinin karar tarihi itibariyle kesinlik sınırı olan 78.630,00 TL’nin altında kalmaktadır.

3.3.3. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1950 doğumlu mirasbırakan …’ın 26/04/2011 tarihinde ölümü ile mirasçıları olarak asıl davada davacı oğlu …, birleştirilen davada davacı çocukları …, …ve … ile dava dışı oğlu …’un kaldıkları, … ile birleştirilen davada davacılar … ve … …’ın kardeş oldukları, kök mirasbırakan … adına kayıtlı çekişme konusu 10 parsel sayılı taşınmazın, …’in ölümü ile 16/04/2007 tarihinde mirasçıları …, …, … …, …, … , … ve…’a 1/7’şer paylarla intikal ettiği, paydaşların paylarını aynı tarih ve resmi senette satış suretiyle davalılar…ile …’a devrettiği ve taşınmazın 1/2’şer paylarla davalılar…ve … adına tescil edildiği, satış işlemini…ile birleştirilen davada davacılar … ve … …’a vekaleten dava dışı vekil…’un yaptığı, davalı …’in dava dışı vekil…’un eşi olduğu, bilahare davalılar…ve …’ın taşınmazı 27/08/2013 tarihinde saat 13:43’te dahili/davalı …’ye satış suretiyle temlik ettiği, asıl davanın 27/08/2013 tarihinde saat 13:22′de açıldığı, asli müdahiller (birleştirilen davada davacılar) vekilinin 22/11/2013 tarihinde asli müdahale dilekçesini verdiği, Mahkemece asli müdahale talep edenlerin davasının tefrikine karar verildiği, tefrik edilen dosyanın yeniden iş bu dava dosyası ile birleştirildiği, asıl davada davacı … ile birleştirilen davada davacılar …, …ve …’ın mirasbırakanları …’nın ve birleştirilen davada davacılar … ve … …’ın dava konusu taşınmazdaki paylarını vekil aracılığıyla devrettiği, kendilerine bedel ödenmediği, bu suretle davada vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, asıl dava açıldığında ve müdahale dilekçesi verildiğinde davalı olarak gösterilen ilk davalılar…ve …’ın HMK’nın 125. maddesi uyarınca halen davalı oldukları da dosya kapsamında sabittir.

3.3.4.Somut olayda; birleştirilen davada davacılar … ve … … yönünden vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından bir inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılmış değildir.

Asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve …’ın (mirasbırakanları…yönünden) vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasına gelince;

Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Anılan davacılar dışında başkaca mirasçının da bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki murismuvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması, hata, hile, gabin vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlerinin sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (Türk Medeni Kanunu’nun 640. maddesi) tartışmasızdır.

Anılan davacılar tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine dayalı olarak 3. kişiye karşı pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunduğu söylenemez.

Öte yandan, tereke adına dava açılmadığına göre terekeye mümessil tayin edilerek yargılamaya devam edilmesi de pay oranında açılan davanın dinlenmesini olanaklı hale getirmez.

3.3.5. Hal böyle olunca; tüm davalılar yönünden hüküm kurulması gerektiği nazara alınmak suretiyle, asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve … tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası ile miras payı oranında açılan davanın dinlenemeyeceğinin gözetilmesi, birleştirilen davada davacılar … ve … … yönünden vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası bakımından ise (V/3.2.3.) no.lu paragrafta belirtilen ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, buna göre delillerin değerlendirilmesi, son kayıt maliki yönünden de TMK’nın 1023. maddesine göre değerlendirme yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı nitelendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

VI. SONUÇ:

1. (V./3.2.5.) no.lu paragrafta yer verilen yasal düzenlemeler uyarınca ve (V./3.3.2.) no.lu paragrafta açıklanan nedenlerle; asıl davada davacı … ve birleştirilen davada davacılar …, …ve … bakımından murismuvazaası hukuki nedenine dayalı dava yönünden davacılar vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE,

2. (V./3.3.3.), (V./3.3.4.), (V./3.3.5.) no.lu paragraflarda açıklanan nedenlerle; davacıların değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İstanbul Anadolu 27. Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz eden tarafa geri verilmesine, 26/05/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

Miras Avukatı, Akhisar Miras Avukatı, Akhisar Avukat, Mal kaçırma sebebiyle dava açmak, mirasçılardan mal kaçırma, vekaletle mal kaçırılması durumunda dava hakkı, Manisa Akhisar Avukat Ali SAYIM, SAYIM HUKUK BÜROSU

0
marka davaları

MARKA HAKKINI İHLAL SEBEBİYLE TAZMİNAT – MARKAYA TECAVÜZÜN TEPSİTİ, MEN’İ VE TAZMİNAT DAVASI – Manisa Akhisar Avkukat Ali SAYIM

Marka hakkının ihlal edilmiş olması sebebiyle marka hakkı sahibi gerçek veya tüzel kişinin tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır. Aynı zamanda söz konusu ihlalin/tecavüzün sonlandırılması için tecavüzün Men’i yönünde de mahkemeden talepte bulunulabilir. bu konuya örnek ve güncel bir yargıtay kararını sizlerle paylaşıyoruz.

T.C YARGITAY 11.Hukuk Dairesi 2021/ 6012 E. 2023 / 849 K. ve 15.02.2023 tarihli kararı

Taraflar arasındaki markaya tecavüzün tespiti, men’i ve tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin Türk Patent ve Marka Kurumunda (TPMK) tescil ettirmiş olduğu \”Meşhur Adıyaman Çiğ Köftecisi …\” ve \”Adıyamanlı …\” markası ve adına tescilli logo altında çiğköfte, ayran, nar ekşisi ve sos üretimi yaptığını, davalının Bursa’da yaklaşık üç yıldır müvekkiline franchise sözleşmesi ile bağlı olarak faaliyet gösterdiğini, taraflar arasındaki sözleşme mevcut iken 2013 yılı Kasım ve Aralık aylarında davalının faaliyet gösterdiği çevredeki müşterilerden ürünlerin tadının ve kalitesinin bozulduğu yönünde müvekkiline şikayetlerin gelmeye başladığını, davalının müvekkilinin bayisi olmasına rağmen sattığı ürünleri müvekkilden temin etmediğini, haricen yapılan araştırmalar sonucunda davalının … isimli şahıstan çiğ köfte satın alarak müvekkilinin markası ve logosu altında sattığını öğrendiğini ileri sürerek davalının eylemi ile markahakkınıihlal ettiğinin tespitine, davalının iş yerinde resim, logo, broşür, reklam vs. müvekkilinin marka hakkına tecavüz teşkil eden her türlü ürünün kullanımının önlenmesine, davalının maddi tazminat talep ve dava hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,000 TL manevi tazminata hükmedilmesine, Mahkeme kararının masrafları davalıdan alınarak ilânına karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davalı kullanımının davacı markası ile bir ilgisi olmadığını, iş yeri tabelasında …’ya ait logo ve markanın kullanıldığını, bu markanın da tescili için müracaat edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı tarafa ait tescilli markaların birebir davalı iş yerinde meşhur Adıyaman Köftecisi … 2011/110315, … ve çiğ köfte resminin yer aldığı 2011/114154, … şekil markasının iş yerinde tabela, ambalaj kağıdı, logo ve kartvizit olarak kullanımının birebir davacı taraf markasına benzer ve şekil markalarını anımsatacak şekilde olduğu, ortalama tüketici nezdinde kullanımın davacı markasını çağrıştırdığından söz konusu kullanımın ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğu ve davacının tescilli markalarının sınıfı dikkate alındığında kullanımın aynı sınıfta olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalı tarafın iş yeri duvarlarında ürün ambalaj kağıtlarında kullanımlarının davacıya ait …, Meşhur Adıyaman Çiğköftecisi markaları ve logosuna benzer şekilde kullanımın markaya yönelik tecavüzün tespiti ve men’ine, davalı tarafın …, Meşhur Adıyaman Çiğköftecisi ibarelerinin davacı fotoğraf ve logolarının benzer kullanımların engellenmesine, logo, broşür, kartvizit ve tanıtım evrakına el konulmasına, kaldırılmasına, imhasına, 10.000,00 TL manevi tazminatın davalı taraftan tahsili ile davacıya ödenmesine ve hükmün ilânına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacı ile müvekkili arasında kesinlikle franchise ilişkisinin bulunmadığını. davacı 2014/00525 başvuru numaralı A’ya ait markanın hükümsüzlüğü için Bursa 3 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/638 E. sayılı dosyası ile dava açmışsa da, davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu. davacıya ait tabelanın tahrip edilerek fotoğrafının değiştirilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını, ‘nın 2014/00525 başvuru numaralı markasının bulunduğunu, bir ihlal varsa …’nın yaptığını, çiğ köfteciliğin herkes tarafından yapılabileceğini belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile değişik iş dosyasındaki keşif tutanağında davalı beyanlarının zapta geçirildiği, davalının keşiften üç hafta önceye kadar davacı …’tan ürün aldığını ve yaklaşık 2,5-3 yıldır iş yerinde sattığı ürünleri …’tan satın aldığını beyan ettiği, delil tespit raporunda davalıya ait iş yerinde bulunan helal gıda belgesi, 2007/14636 numaralı marka tescil belgesi, ISO 22000:2005 belgesi ve gıda üretim izin belgesinin, davacı adına düzenlendiğinin tespit edildiği, bu durumda davalının 2,5-3 yıllık süre içerisinde davacının bayisi olarak faaliyet gösterdiği ve davacı markaları ve logolarından haberdar olduğunun anlaşıldığı, davalı tarafça üçüncü kişi … adına tescil başvuruları yapılmış markaların işyerinde kullanıldığı beyan edilmişse de, Mahkemece başvuru sonuçlarının beklendiği, ..’ya ait 29/30/35/43 üncü sınıflarda 2013/199178 sayılı, 35 ve 43 üncü sınıfta 2014/00524 sayılı marka başvurularının müddet olduğu, tescil edilmediği, 2014/0525 sayılı marka başvurusunun ise davadan sonra yapıldığı

davalının dava tarihindeki kullanımının geçerli ve tescilli markalara dayanmadığı, iş yerindeki evraklarda ve kartvizitlerde kullanılan logo ve tabeladaki fotoğrafın davacı markaları ile iltibas yarattığı ve davacı markalarının tescil sınıflarında kullanım olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; müvekkilince dava dışı …’ya ait ürünlerin kullanıldığını, bir ihlal var ise husumetin …’ya yöneltilmesi gerektiğini, \”meşhur Adıyaman çiğ köftecisi\” ibaresinin zayıf ayırt ediciliği nedeniyle iltibas yaratmayacağını, iş yeri tabelasındaki resmin davacıya benzemediğini, müşterilerin bu resimleri karıştırmayacağını belirterek kararın bozulmasını istemiştir

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Dava, markaya tecavüzün tespiti, men’i ve tazminat istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri.

3. Değerlendirme

1.Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

2.Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup davalı vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 15.02.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Marka avukatı, Akhisar Marka Avukatı, Akhisar Avukat, Marka davaları avukatı, marka tescil işlemleri avukatı, Marka Tazminat Avukatı Akhisar/Manisa

0

Boşanma Avukatı’nın yanında imzalanan belgeye, Boşanma ve nafaka davasına ilişkin BAM Kararı. Akhisar/Manisa

T.C. BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
Adana 2. Hukuk Dairesi
Esas No: 2019/1566
Karar No: 2020/167
Karar Tarihi: 23.01.2020


İSTİNAF KARARI
Yukarıda tarihi, konusu ve tarafları gösterilen mahkemenin kararına karşı, davacı-karşı davalı erkek
vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulduğu, dosyanın istinaf incelemesi yapılmak üzere
dairemize gönderildiği ve istinaf isteminin süresi içerisinde yapıldığı anlaşılmakla dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

TALEP :
Davacı-karşı davalı erkek dava dilekçesinde özet ile; tarafların 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin
22/01/2014 tarih 2014/46 esas 2014/70 karar sayılı kararı ile boşandıklarını, bu boşanmanın
kesinleştiğini, anlaşmal boşanmanın gerçekleşmesi ile D… K….’ya 400 TL yoksulluk nafkası, A… K…
S…’ya 350 TL iştirak nafakası bağlandığını, boşanma kararının kesinleşmesinden kısa bir süre sonra
davalı D… K…’nın 27/03/2014 tarihinde yoksulluk nafakasından kendi isteği ile feragat ettiğine dair
şahsına yazılı ve ıslak imzalı olarak belge gönderdiğini, gönderdiği belgeyi boşanma avukatı olan Av.
M… Y… tarafından hazırlanmış olup bizzat boşanma avukatının yanında imzalandığını ve tarfına
gönderildiğini, aslının fotokopisinin deliller arasında bulunduğunu, davalının avukatı aracılığıyla
maddi durumundan dolayı ödeyemediği iştirak nafakaları ve kendi isteği ile feragat etmiş olduğu
yoklulluk nafakasını da eklettirip icra ceza davası açtığını,
davalının ailesi ile birlikte yaşadığını,
zorunlu giderlerinin ailesi tarafından karşılandığını, barınma, sağlık, giyinme, fatura, mutfak masrafı
gibi ciddi giderlerinin olmadığını, boşanma davası bittikten 8 ay kadar sonra tekrar evlendiğini, 3 yıldır
evli olduğunu, boşandığında TSK da uzman çavuş olarak görev yaptığını, yaklaşık 1,5 yıl önce mesleği
bıraktığını, bıraktıktan sonra düzgün bir iş hayatı olmadığını, yaklaşık 6 aydır işsiz olduğunu, davalının
ikamet ettiği Silifke ilçesinde akrabalarından duyduğu kadarıyla şahsın sigortasız bir şekilde maaşlı
olarak yaşlı bir kadına bakıcılık yaptığını, davalının maddi durumunun kendisinden daha iyi olduğunu, nafaka ödeyecek durumunun kalmadığını, tüm bu nedenlerle nafakanın kaldırılmasını veya
ödeyebileceği miktarda maddi durumunun baz alınarak yeniden düzenlenmesini, yargılama giderleri ile
vekalet ücretinin davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.


SAVUNMA :
Davalı-karşı davacı kadın vekili cevap ve karşı dava dilekçesinde özet ile; davanın yetkisiz
mahkemede açıldığını, iş bu sebeple davanın reddinin gerektiğini, 4721 Sayılı TMK’nın 177
“boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi
yetkilidir” şeklinde düzenlendiğini, yetkili Mahkeme’nin Silifke olduğunu, davacı karşı davalı yanca
Bursa’da açılan davaya ilişkin yetkisizlik kararı verilmesini, davacı yanca varlığı iddia edilen feragat
mahkeme önünde yapılmadığından geçerli bir feragat olarak değerlendirilemeyeceğini, adi yazılı bir
belge ile yapılan feragatin geçersiz olduğunun kabul gördüğünü, davacı yanın iddialarının mesnetten
uzak asılsız iddialar olduğunu, davacının beyanlarının varsayımlardan ibaret olduğunu, itibar
edilmesinin mümkün olmadığını, davacının sürekli farlı işlerde çalıştığı, ancak sigortasının

bulunmadığı, gerek kendi çalışmaları, gerekse yeni eşinin çalışması nedeniyle maddi durumunun
davalıya göre kat kat daha iyi durumda olduğunu, davacının nafakaları ödemediğini, müvekkilinin
müşterek çocuğa tek başına bakmakla yükümlü olduğunu, müvekkilinin maddi elverişsizlikler
yüzündün 2010 doğumlu oğlu A… K…’ı şu anda okuldan almak zorunda kaldığını, A… K…ın servisinin
150 TL, okulu 350 TL olmak üzere yalnızca okul giderleri için 500 TL olup bunun haricinde hastane,
gıda, giyim giderlerinin gün geçtikçe pahalılaşan hayat şartlarında hükmedilen nafaka miktarının
fazlasıyla aştığını, müşterek çocuk için taktir edilen 350 TL nafakanın yeterli gelmediğini, nafaka
miktarının 1000 TL ye arttırılmasını, müvekkili lehine hükmedilen 400 TL nafakanın müşterek
çocuğun tüm masraflarına, ev ihtiyaçlarına, sağlık giderlerine yetmemektedir. Ülkemiz şartlarında
market, pazar, giyim, kuşam, alışverişinin elektrik su parasının, ısınma giderlerinin karşılığı olmayan
400 TL nafaka ile bir dü müşterek çocuğun artan masraflarını karşılamaya çalışması nedeniyle hiçbir
geliri olmayan müvekkilinin zor durumda kaldığını, tüm bu sebeplerle davacı karşı davalının davasının
reddine, müşterek çocuk için olan 350 TL nafakanın 1000 TL, müvekkili için aylık 400 TL olan
yoksulluk nafakasının 1000 TL ye çıkartılmasına yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davacı karşı
davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.


İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:


Silifke 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin 09/05/2019 tarih, 2018/41 Esas ve 2019/169 Karar
sayılı ilamında özet ile; davacı-karşı davalı erkeğin, yoksulluk nafakasının kaldırılması, müşterek
çocuklar için ödenen iştirak nafakasının kaldırılması/indirilmesi davasının kısmen kabulü ile, davalıkarşı davacı kadın için Silifke 2.Asliye Hukuk Mahkemesi 2014/46-70 E.K sayılı ilamın ile takdir
edilen aylık 400,00.TL yoksulluk nafakasının aylık 200,00.TL’ye indirilmesine, fazlaya ilişkin istemin
reddine, davalı-karşı davacı kadının yoksulluk ve iştirak nafakalarının artırılmasına ilişkin davasının
reddine, erkek tarafından açılan davada, erkek lehine, kadın aleyhine yargılama gideri vekalet ücretine,
kadının açtığı dava yönü ile kadının yaptığı yargılama giderinin kadın üzerinde bırakılmasına, kadın
aleyhine, erkek lehine yargılama gideri ve vekalet ücretine karar verildiği anlaşılmıştır.


İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:


Davacı-karşı davalı erkek vekili istinaf dilekçesinde özet ile; karşı dava açısından herhangi bir istinaf
taleplerinin olmadığını, İlk Derece Mahkemesince, dava dilekçesinde belirttikleri hususlar, deliller ve
davalı-karşı davacı kadının 27/03/2017 tarihli yoksulluk nafakasından feragat ettiğine dair yazının
dikkate alınmadığını eksik inceleme ile karar verildiğini, feragat nedeni ile yoksulluk nafakasının
tamamen kaldırılmasının gerektiği, davacı-karşı davalının Uzman Çavuş iken 2015 yılında meslekten
ayrıldığını, günlük işlerde çalışarak geçimini sağladığını, söz konusu nafakayı ödeyecek gücünün
olmadığını, nafakayı ihlal nedeni ile kadın tarafından bir çok kez icra cezaya şikayet edildiğini, borç
alarak nafakayı ödemeye çalıştığını, davalı-karşı davacının maddi durumunun iyi olduğunu belirterek,
İlk Derece Mahkemesince verilen kararın kaldırılarak, davalı-karşı davacı kadın için ödenen yoksulluk
nafakasının tamamen kaldırılmasını ve müşterek çocuk için ödenen iştirak nafakasının makul bir
seviyeye indirilmesini istinaf kanun yolu ile talep etmiştir.


DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE :


HMK 355 maddesine göre, resen gözetilecek kamu düzenine aykırı haller dışında istinaf incelemesi,
istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Dava, erkek tarafından, yoksulluk nafakasının kaldırılması/iştirak nafakasının kaldırılması/indirilmesi,
kadın tarafından da yoksulluk ve iştirak nafakalarının artırılması davalarına ilişkindir.
Tüm dosya birlikte değerlendirildiğinde; tarafların, 12/12/2007 tarihinde resmi olarak evlendikleri, bu
evliliklerinden 07/10/2010 d.lu Ali Kaan isimli 1 müşterek çocuklarının olduğu, tarafların Silifke 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/46-70 E.K sayılı, 01/04/2014 tarihinde kesinleşen ilamı ile
anlaşmalı boşanmadıkları, müşterek çocuğun velayet hakkının anneye verildiği, boşanma kararı ile
birlikte kadın için aylık 400,00.TL yoksulluk, müşterek çocuk için aylık 350,00.TL iştirak nafakası

takdir edildiği, davacı-karşı davalı erkek tarafından, ödenmekte olan yoksulluk nafakasının
kaldırılması, müşterek çocuğa ödenen iştirak nafakasının kaldırılması olmadığı takdirde indirilmesinin
talep edildiği, davalı-karşı davalı kadın tarafından süresinde sunduğu cevap ve karşı dava dilekçesi ile
açılan davanın reddini talep ederek, ödenmekte olan yoksulluk ve iştirak nafakasının miktarlarının
artırılmasını talep ettiği, İlk Derece Mahkemesince yaptırılan ekonomik-sosyal araştırmaya göre,
davacı-karşı davalı erkeğin; özel güvenlik görevlisi olarak çalıştığı, asgari ücret aldığı, aylık 750,00.TL
kira ödediği, davalı-karşı davacı kadının da; tarlalarda yövmiyeci olarak çalıştığı, boş zamanlarında
çocuk baktığı, anne ve baba evinde kaldığı, mal varlığının olmadığının belirlendiği, İlk Derece
Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde, İlk Derece Mahkemesi kararının özeti bölümünde
açıklandığı üzere, davacı-karşı davalı erkeğin, davasının kısmen kabulüne karar verilerek, ödenmekte
olan yoksulluk nafakasının, aylık 200,00.TL’ye indirilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine, davalıkarşı davacı kadının ödenmekte olan yoksulluk ve iştirak nafakasının artırılması davasının reddine
karar verildiği, verilen kararın usulüne uygun olarak taraflara tebliğ edildiği, davalı-karşı davacı
kadının istinaf kanun yoluna başvurmadığı, davacı-karşı davalı erkeğin, yasal istinaf başvuru süresi
içersinde istinaf dilekçesi özeti bölümünde açıklandığı üzere; verilen kararda yoksulluk nafakasının
kaldırılmaması, iştirak nafakasının makul seviyeye indirilmemesi, delillerin değerlendirilememesinin
usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile istinaf kanun yoluna başvurduğu anlaşılmıştır.


Taraflarca sunulan, İlk Derece Mahkemesince toplanan tüm delillere ve davacı-karşı davalı erkek
tarafından gösterilen istinaf nedenlerine göre yapılan incelemede; taraflarca gösterilen, İlk Derece
Mahkemesince toplanan tüm deliller ve İlk Derece Mahkemesince verilen karar, taraflarca ileri sürülen
vakıalar, dosyaya toplanan tüm bilgi ve belgeler ve davacı-karşı davalı erkek tarafından ileri sürülen
istinaf nedenleri birlikte değerlendirildiğinde; İlk Derece Mahkemesince kadının davasının reddine,
erkeğin davasının kısmen kabulü ile kadın için ödenen aylık 400,00.TL yoksulluk nafakasının aylık
200,00.TL’ye, müşterek çocuk için ödenen iştirak nafakasının yeniden değerlendirimesi talebinin
fazlaya ilişkin talep olarak değerlendirilerek reddine karar verildiği, kadın tarafından istinaf kanun
yoluna başvurulmadığı, erkek tarafından süresinde istinaf kanun yoluna bşavurduğu dikkate
alındığında, kadın yönünden erkek aleyhine verilen karar da nafakanın yıllık (farkı miktarı 200,00×12
= 2.400,00.TL) olduğu, müşterek çocuk yönünden erkek aleyhine verilen kararın nafakanın yıllık (farkı
miktarı 350,00×12 = 4.200,00.TL) olup kadın ve müşterek çocuk yönünden erkek aleyhine verilen
karar, karar tarihindeki kesinlik sınırının altındadır ve İlk Derece Mahkemesince kadın yönünden
yoksulluk nafakasının kaldırılması, müşterek çocuk yönünden iştirak nafkasının
kaldırılması/indirilmesine ilişkin verilen karar, istinaf talebinde bulunan davacı-karşı davalı erkek
yönünden HMK.’nun 341/4 maddesi hükmü gereği kesin niteliktedir.
HMK.’nun 346 maddesi gereğince kesin olan karara karşı istinaf dilekçesi İlk Derece Mahkemesince
reddedilebileceği gibi 352. Madde gereğince Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf isteminin reddine
karar verilebilir. Bu nedenle davacı-karşı davalı erkeğin istinaf kanun yoluna başvurma talebinin kesin
karara ilişkin olması nedeniyle HMK nun 341/4 ve 352. maddeleri gereğince usulden reddine oy birliği
ile karar vermek gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur.


HÜKÜM :

Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacı-karşı davalı erkek vekilinin, Silifke 1. Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi’nin 09/05/2019 tarih,
2018/41 Esas ve 2019/169 Karar sayılı ilamında, “yoksulluk nafakasının kaldırılması, müşterek çocuğa
ödenen iştirak nafakasının kaldırılması/indirilmesine” yönelik istinaf başvurusunun, HMK.’nun 352-
(1)-b maddesi gereğince USULDEN REDDİNE,
2-Davacı-karşı davalı tarafından, yatırılan 44.40.TL istinaf karar ilam harcının talep halinde davacıkarşı davalı tarafa iadesine,
3-Davacı-karşı davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davacı-karşı davalı tarafça, istinaf nedeniyle yatırılan gider avanslarından varsa kullanılmayan
kısmının talep halinde davacı-karşı davalı tarafa iadesine,

5-Kararın 6100 sayılı HMK nun 359/(3) maddesi gereğince İlk Derece Mahkemesi tarafından taraflara
tebliğe çıkarılmasına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 6100 sayılı HMK nun 341/4, 352-(1)-b ve 362/1-a
maddeleri uyarınca KESİN olmak üzere OY BİRLİĞİYLE karar verildi. 23/01/2020.(¤¤)

Akhisar boşanma avukatı, Boşanma Avukatı, , Akhisar Avukat.

0

Trafik Kazasından Kaynaklı Tazminat Davaları

Trafik Kazasından Kaynaklı Tazminat Davalarında Güvence Hesabının Ödeme Yükümlülüğünün Hangi Tarihte Doğacağı

YARGITAY 4. Hukuk Dairesi2021/16685 E.2021/4341 K.

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 02/07/2020 gün, … sayılı ilamıyla bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davacılar vekili ile davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

– K A R A R –

1-Dosya içeriğine, Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalı … vekilinin tüm, davacılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin 2. fıkrası delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan karar düzeltme isteğinin reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm sebebi ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 14. maddesi gereğince ihdas edilen … Yönetmeliği’nin 15. maddesi gereğince rizikonun bilgi ve belgeleri ile birlikte ihbar edildiği tarihte Hesabın tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmakta, ödememe halinde temerrüt gerçekleşmektedir. Davalı …’nın sigorta bedelini ödeme yükümlülüğü gerekli belgelerle birlikte …’na başvuru yapıldığı tarihte, böyle bir başvuru olmadığı takdirde ise dava tarihinde doğmaktadır.

Somut olayda, davacılar vekili tarafından davalıya dava öncesinde başvurulduğu iddia edilmiş ve sunulan 23/02/2011 tarihli delil listesinde 21110709313 sayılı hasar dosyası delil olarak gösterilmiştir. Bu durumda mahkemece söz konusu hasar dosyası bulunduğu yerden getirtilip, davacı yanın davadan önce Güvence Hesabına başvurusu olup olmadığı incelenerek sonucuna göre faiz başlangıç tarihi hakkında karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi yerinde görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin tüm ve davacılar vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair karar düzeltme isteminin REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin kısmen kabulü ile Dairemizin 02/07/2020 gün ve … sayılı bozma ilamının davacı yararına olmak üzere yukarıda 2. bentte açıklanan gerekçe ile de BOZULMASINA, Yasanın 442. maddesi uyarınca 490,00 TL para cezasının davalı … Hesabından alınarak Hazineye gelir kaydettirilmesine ve aşağıda dökümü yazılı 10,30 TL kalan red harcının karar düzeltme isteyen davalı … Hesabından alınmasına, tashihi karar peşin harcının istek halinde karar düzeltme isteyen davacılara geri verilmesine, 08/07/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Trafik Kazasından Kaynaklı Tazminat Davaları

0

ARIZALANAN SERVİS ARACINDAN İNEN İŞÇİNİN YOLDA YÜRÜDÜĞÜ ESNADA GEÇİRDİĞİ TRAFİK KAZASININ İŞ KAZASI SAYILAMAYACAĞI HK.

İŞ KAZASI VE İŞ KAZASINDAN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVALARI’NA İLİŞKİN HUKUK GENEL KURULU KARARI

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu

2019/389 E.2020/120 K.MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi

1. Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ve davalı işveren Ak-Eli İnş. Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ve davalı işveren Tinaş Taahhüt İnş. Nak. San. ve Tic. AŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 13.10.2014 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili davacıların müteveffa …’ın mirasçısı olduklarını, müteveffanın 12.12.2012 tarihinde saat 16.00 sularında baraj inşaatı işinden mesaisini tamamlayıp iş yeri servisi ile eve dönerken servis aracının bozulması sonucu yolda inmek zorunda kaldığını ve evine ulaşamadan dava dışı…’un kullandığı aracın çarpması sonucu ağır yaralandığını ve kazadan üç gün sonra vefat ettiğini, işverenin sigortalıların işin görüleceği yere emniyetli bir şekilde getirilip götürülme yükümlüğünün bulunduğunu ileri sürerek meydana gelen trafik kazasının serviste geçen süre içerisinde olması sebebiyle iş kazası olarak tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (SGK) vekili 06.01.2015 tarihli cevap dilekçesinde; Kurumun mevcut kayıtlarında sigortalı …’ın iş kazası geçirdiğine ilişkin herhangi bir kayıt bulunmadığı, sigortalının varisleri ya da işveren tarafından online ya da manuel ortamda herhangi bir iş kazası bildirimi yapılmadığını, Kurum kayıtlarına göre sigortalının 22.03.2012 tarihinden 15.12.2012 tarihine kadar davalı …bünyesinde çalıştığına dair bildirim yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı işverenler vekili 11.12.2014 havale tarihli cevap dilekçesinde; bir kazanın iş kazası sayılabilmesi için olayla sigortalının zarar görmesi arasında illiyet bağının olması gerektiğini, somut olayda ise sigortalının ölümü ile müvekkil şirkete yüklenebilecek bir kusur bulunmadığını, kaza günü müvekkil şirkete ait servis aracının bozulması üzerine ikinci bir aracın yolda kalan işçileri eve bırakmak için gönderildiğini, iddia edildiği gibi çalışanların yolda bırakılmadığını ve bu arada geçen 15-20 dakika içerisinde çalışanlara ikinci servis aracını beklemeleri söylenmesine rağmen müteveffanın servis aracını beklemeyerek yürümeyi seçmesi üzerine illiyet bağının koptuğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesinin Kararı:
7. Anamur Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 18.05.2017 tarihli ve 2014/721 E., 2017/295 K. sayılı kararı ile; 12.12.2012 tarihinde meydana gelen ve davacıların murisinin ölümüne neden olan kazanın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesinde sayılan hâl ve durumlardan herhangi birine girmediği, bu olay ile sigortalının uğradığı zarar arasında uygun illiyet (nedensellik) bağının bulunmadığı, olayın işverenlerin iş sahasında ve işiyle ilgili olmadığı gibi müteveffa işçinin kusurlu davranışı sonucu gerçekleştiği ve nedensellik bağının kesildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
8. Davacılar vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
9. İstinaf talebi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince 02.11.2017 tarihli ve 2017/2417 E., 2017/2218 K. sayılı kararı ile; davalı işverenler nezdinde hizmet akdine tabi olarak 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesi kapsamında çalışmakta olan sigortalının, 12.12.2012 tarihinde mesai bitiminde, iş yerinin bulunduğu baraj inşaat şantiyesinden Anamur ilçe merkezine, işveren tarafından toplu olarak işçi nakli için temin edilen servisle giderken servisin bozulması, ne zaman tamir edileceğinin belli olmaması ve ilçe merkezinin yakın olması nedeniyle servisten inip karayolu kenarından Anamur ilçe merkezine yürürken meydana gelen trafik kazası sonucu vefat ettiği, tahsis edilen servisin bozulması durumunda yeni servis tahsisinin işverenin sorumluluğunda olduğu, sigortalı işçinin zorunluluktan doğan servisten inişi ve aynı karayolu üzerinde evine yaya dönmeye çalışması sırasında meydana gelen kazanın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesindeki işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kapsamında olduğu ve bu nedenle somut olayda meydana gelen kazanın iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilerek davacıların istinaf başvurularının esastan kabulüne, Anamur 1. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından iş mahkemesi sıfatıyla verilen 2014/721 E., 2017/295 K. sayılı kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne ve davacıların murisi …’ın 12.12.2012 tarihinde maruz kaldığı ve ölümüne neden olan trafik kazasının iş kazası olduğunun tespitine karar verilmiştir.

Özel Dairenin Bozma Kararı:
10. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Kurum vekili ve davalı işveren Ak-Eli İnş. Tic. Ltd. Şti. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 15.10.2018 tarihli ve 2018/641 E., 2018/7389 K. sayılı kararında; “…Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacıların murisi …’ın 12.12.2012 tarihinde işyeri servisi ile işten dönerken servis aracının yolda bozulması üzerine diğer işçiler ile birlikte bozulan araçtan indiği, davacının murisinin de içinde bulunduğu bir kısım işçilerin yola yaya devam ettikleri ve bu sırada davalı işverenlikle ilgisi bulunmayan sürücü… idaresindeki aracın yolda yürüyen muris …’a çarpması sonucu ölüm olayının meydana geldiği anlaşılmaktadır. Anamur Asliye Ceza Mahkemesi 2013/173 Esas sayılı dosyasında, savcılık aşamasında dinlenen tanıklar akşam mesai bitiminde şantiye servisine bindiklerini,minibüs arıza yapınca ilçe merkezine gitmek için yaya olarak yolda yürümeye başladıklarını, yolun iç kısmından yürüyen davacıların murisine araba çarptığını beyan etmiştir. Tanık …’ın ceza mahkemesinde , ‘mesai bitiminde şantiye servisi ile Anamur’a geliyorduk. Araç arıza yaptı,bütün işçiler araçtan indi,o gün maaşımız yatmıştı,arızalanan aracın ne zaman tamir edileceği belli değildi,maaş yatıp Anamur’a az mesafe kalınca yavaş yavaş yürüyerek Anamur’a gidelim dedik.’ şeklinde beyanda bulunduğu, mahkemece alınan 11.05.2017 tarihli ifadesinde, ‘Servis aracımız Çeltikçi İlköğretim okulunun civarında arızalandı. Biz işvereni aradık. İşveren yetkilileri de yedek araç göndereceklerini söyledi. Biz de maaş günü olması nedeniyle kendi imkânlarımızla gittik. Aracı beklemedik. 5-6 kişi beraber bankaya paramızı çekmeye gittik. Davacı da bozulan servis aracından indi. Yolda yürüyordu. Yürürken yolda seyir hâlinde olan bir araç çarptı.’ şeklinde beyanda bulunduğu, Sosyal Güvenlik Kurumuna iş kazası ile ilgili herhangi bir başvurunun olmadığı anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanaklarından olan 5510 sayılı Kanunun 13. maddesine göre iş kazası; a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b)İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olay…” olarak tanımlanmıştır.

Olayın, iş kazası olarak kabul edilebilmesi için; olaya, maruz kalan kişinin 5510 sayılı Kanunun 4. maddesi anlamında sigortalı olması, olayın, 5510 sayılı Kanunun 13. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak belirtilen hâl ve durumlardan birinde meydana gelmesi koşuldur. Başka bir anlatımla, olayın, iş kazası sayılabilmesi için iki koşulun birlikte gerçekleşmesi zorunludur.

Somut olayda, davacılar murisinin işverence temin edilen servis aracının yolda arızalanması üzerine servisten inerek yürümeye başlaması ve servisin bulunduğu noktadan ayrılması ile illiyet bağı kesilmiştir. Buna göre, kazanın 5510 sayılı Kanunun 13. maddesinde sayılan hâl ve durumlardan herhangi birine girmediği ve aynı zamanda bu olay ile sigortalının uğradığı zarar arasında uygun illiyet (nedensellik) bağı da bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğundan Bölge Adliye Mahkemesince ,davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:
12. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 21.02.2019 tarihli ve 2018/2732 E., 2019/292 K. sayılı kararı ile; işveren tarafından tahsis edilen servisin bozulması durumunda yeni servis tahsisinin işverenin sorumluluğunda olduğu, sigortalı işçinin zorunluluktan doğan servisten inişi ve aynı karayolu üzerinde evine yaya dönmeye çalışması sırasında kazanın meydana gelmesi ve davacının meskun mahallerden uzak karayolu üzerinde yaya olarak bulunmasının bu durumdan kaynaklanması karşısında olayın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında gerçekleştiğinin kabul edilmesi gerektiği belirtilerek direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ve davalı işveren Tinaş Taahhüt İnş. Nak. San. ve Tic. AŞ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK:
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından 12.12.2012 tarihinde meydana gelen ve sigortalı …’ın ölümüne neden olan trafik kazasının iş kazası sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü yönünden, öncelikle, hangi olayın iş kazası olduğunun saptanmasında başvurulacak yasal dayanakların ve uygulanacak ilkelerin ortaya konulmasında yarar vardır. Hemen ifade edilmelidir ki, iş kazasının meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan mevzuatlar kapsamında bir kazanın hangi “hal ve durumlarda” iş kazası sayılacağı “yer ve zaman” koşullarıyla sınırlanarak belirtilmiştir.

16. Somut olayda iş kazası açısından uygulanması gereken kanun 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’dur. Bu Kanunun 13. maddesine göre iş kazası;

“a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,

b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,

c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak iş yeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,

e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır.” şeklinde tanımlanarak 506 sayılı Kanun’da belirtilen iş kazası kavramı genişletilmiştir. 5510 sayılı Kanun bakımından inceleme yapıldığında sosyal güvenlik hukuku anlamında iş kazası unsurları kazaya uğrayanın 5510 sayılı Kanun anlamında sigortalı sayılması, sigortalının kazaya uğraması, sigortalının kaza sonucu bedensel veya ruhsal bir zarara uğraması ve kaza ile sigortalının uğradığı bedensel zarar arasında uygun nedensellik bağının bulunmasıdır (Güzel, A./Okur, A.R./Caniklioğlu, N.: Sosyal Güvenlik Hukuku, İstanbul 2014, s. 417-432). 5510 sayılı Kanun’da iş kazası sayılan hâllerden (b) bendi dışında kazanın yapılan işle ilgisi aranmamaktadır. İş kazası kavramının kanunda bu şekilde geniş düzenlenmesinin sebebi sosyal güvenlik hakkının koruyucu kapsamının mümkün olduğunca genişletilmesinin amaçlanmasıdır (Süzek, S.: İş Hukuku (Genel Esaslar ve Bireysel İş Hukuku), İstanbul 2015, s. 449).
17. 30.06.2012 tarihli ve 28339 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde iş kazası “…İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay…” şeklinde tanımlanmıştır.

18. İş kazasının varlığı için ilgili kişinin sigortalı olması, kazaya uğraması, kaza karinesinin varlığı ve kaza ile zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekmektedir. Bu kapsamda somut olayın iş kazası olup olmadığını incelemek açısından nedensellik bağının üzerinde durulması gereklidir. Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir. İşyerinde meydana gelen iş kazaları nedeniyle işverenin hukuki sorumluluğunun niteliği Yargıtay’ın önceki kararlarında da benimsediği görüşe göre, kusura dayanmaktadır. Türk Hukuk Sistemi uyarınca, özel bir düzenleme söz konusu olmadıkça asıl olan kusur sorumluluğudur. Bu durumda, işverenin kusurlu eylemi ile zarar arasında uygun bir illiyet bağı yoksa işverenin sorumluluğundan söz edilemez.

19. İlliyet bağı sorumluluğun temel öğesidir. Zararla eylem arasında illiyet bağının mevcut olması, zararın eylemin bir neticesi olarak ortaya çıkması, yani eylem olmadan zararın meydana gelmeyeceğinin kesin olarak bilinmesidir. Hiçbir hukuk düzeni mevcut olmayan illiyeti yaratamaz. Hukuki netice olarak zararın tazmin sorumluluğunun kabulü için, bir sebebe illi olarak bağlanan neticeler silsilesinin içinde hangi kesimin gerekli ve yeterli olacağını belirlemek yine hukuk düzeninin görevidir. Kusur sorumluluğunda üç hâlde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden ile zarar görenin veya 3. kişinin ağır kusurudur. Öğretide, illiyet bağını kesen nedenlerin bütün sorumluluk hâlleri için geçerli olduğu vurgulanmaktadır. İş hukuku ve sosyal güvenlik hukukunda iş kazası yönünden illiyet bağının belirlenmesi büyük önem taşır.

20. İşverenler işin yapıldığı yere bir an önce ulaşmalarını sağlamak için işçilere taşıma aracı sağlayabilirler. İşin gerekli kılması ya da işverence sağlanan bir sosyal yardım olarak ortaya konulan toplu taşıma hizmeti sırasında, işçilerin işverenin hakimiyet alanı içinde bulundukları kabul edilebilir. Nitekim Sosyal Sigortalar Kanunu’nun getirdiği bir düzenleme ile anılan taşımalar esnasında araçta meydana gelen kazalar iş kazası sayılmıştır (Akın, L.; İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001, s. 34).

21. Somut olayda; müteveffanın 12.12.2012 tarihinde baraj inşaatı işinden işveren tarafından sağlanan servis ile evine dönerken servis aracının arızalanması neticesinde araçtan indiği ve yanında bulunan bir kısım iş arkadaşlarıyla para çekmek amacıyla ilçe merkezinde bulunan bankamatiğe kadar yürüme kararı verdikleri ve servisin arızalandığı noktadan uzaklaştıkları anda trafik kazası yaşandığı konusunda şüphe bulunmamaktadır. Bu durumda sigortalının işverenin yeni servis göndereceğini bildirmesine rağmen kendi iradesi ile işverenin hakimiyet alanı olarak kabul edilen servis noktasından ayrıldığı ve para çekmek amacıyla yürürken trafik kazasının yaşandığı hususları değerlendirildiğinde, yaşanan trafik kazasının iş kazası olarak kabul edilmesi usul ve yasaya uygun değildir. Netice itibariyle para çekmek amacıyla yolda yürüyen sigortalının yaşadığı kaza işverenin organizasyon alanı içinde kalmamakla birlikte, işin yürütümü ile ilgili olmadığı gibi sigortalının yaptığı işle de bağdaşmamaktadır.

22. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, sigortalının yaşadığı trafik kazasının davalı işverenlerin temin ettiği aracın arızalanması sonucu işçilerin servisten inmek zorunda kalması ile yaşandığı, olayda illiyet bağının kopmadığı ve bu nedenle de somut olayın iş kazası olarak kabul edilmesi ve Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince verilen direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

23. Hâl böyle olunca, Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince verilen direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulması gerekir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekilinin ve davalı işveren Tinaş Taahhüt İnş. Nak. San. ve Tic. AŞ vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 373/1. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine

11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

1. Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasında temel uyuşmazlık, “baraj inşaatında çalışan ve işverenin sağladığı servis aracı ile işe getirilip götürülen ölen sigortalının, 22.12.2012 tarihinde işten dönüşte servis aracının arızalanması sonucu araçtan indikten sonra bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmesine neden olan olayın iş kazası olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2. İş kazası olmadığına karar veren ilk derece mahkemesi kararının istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine inceleyen Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi “davalı işverenler nezdinde hizmet akdine tabi olarak 5510 sayılı Kanun’un 4/1-a maddesi kapsamında çalışmakta olan sigortalının,12.12.2012 tarihinde mesai bitiminde, işyerinin bulunduğu baraj inşaat şantiyesinden Anamur İlçemerkezine, işveren tarafından toplu olarak işçi nakli için temin edilen servisle giderken servisin bozulması, ne zaman tamir edileceğinin belli olmaması ve ilçe merkezinin yakın olması nedeniyle servisten inip karayolu kenarından Anamur ilçe merkezine yürürken meydana gelen trafik kazası sonucu vefat ettiği, tahsis edilen servisin bozulması durumunda yeni servis tahsisinin işverenin sorumluluğunda olduğu, sigortalı işçinin zorunluluktan doğan servisten inişi ve aynı karayolu üzerinde evine yaya dönmeye çalışması sırasında meydana gelen kazanın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesindeki işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kapsamında olduğu ve bu nedenle somut olayda meydana gelen kazanın iş kazası olarak kabul edilmesigerektiği” gerekçesi ile ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak esastan kabul kararı vermiştir.
3. Kararın temyizi üzerine Özel Daire “davacılar murisinin işverence temin edilen servis aracının yolda arızalanması üzerine servisten inerek yürümeye başlaması ve servisin bulunduğu noktadan ayrılması ile illiyet bağının kesildiği ve kazanın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesinde sayılan hal ve durumlardan herhangi birine girmediği ve aynı zamanda bu olay ile sigortalının uğradığı zarar arasında uygun illiyet (nedensellik) bağı da bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine ilişkin ilk derece mahkemesi kararı usul ve yasaya uygun olduğu, bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesince davacının istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi gerekirken, kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
4. Bölge Adliye Mahkemesi “işveren tarafından tahsis edilen servisin bozulması durumunda yeni servis tahsisinin işverenin sorumluluğunda olduğu, sigortalı işçinin zorunluluktan doğan servisten inişi ve aynı karayolu üzerinde evine yaya dönmeye çalışması sırasında kazanın meydana gelmesi ve davacının meskun mahallerden uzak karayolu üzerinde yaya olarak bulunmasının bu durumdan kaynaklanması karşısında olayın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesindeki işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kapsamında kabul edilmesi gerektiği” belirtilerek bozma kararına karşı direnilmiştir.
5. Direnme kararının temyizi üzerine çoğunluk görüşü ile Özel dairenin bozma gerekçesi benimsenerek “davacılar murisi sigortalının arızalanan servis aracından ayrıldığı, işveren tarafından gönderilecek aracı beklemeden ayrıldığı ve başka bir aracın çarpması sonucu ayrıldığı, ayrılma ile illiyet bağının kesildiği ve kazanın işyerinde meydana gelmediği, bu nedenle iş kazası olmadığı” gerekçesi ile direnme kararı bozulmuştur.
6. Çoğunluk görüşünü aşağıda belirtilen uluslararası sözleşme, iç hukuk mevzuat hükümlerine, sosyal güvenlik hukukunun ilkelerine ve işverenin hukuki sorumluluğunun niteliğine uygun bulmadığımızdan katılmamaktayız. Zira;
6.1. İş yeri kavramı yönünden mevzuat hükümleri:
Ülkemizin de onayladığı 155 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği ve Çalışma Ortamına İlişkin Sözleşmesinin 3. maddesinde “işyeri teriminin, işçilerin, işleri nedeniyle gitmeleri veya bulunmaları gereken ve işverenindoğrudan veya dolaylı kontrolü altında bulunan bütün yerleri kapsadığı” belirtilmiştir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun 3/h maddesinde işyeri; “Mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile çalışanın birlikte örgütlendiği, işverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığıbulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen işyerine bağlı yerler ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim yerleri ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçları da içeren organizasyonu” olarak tanımlanmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 66/f maddesinde de açıkça “Demiryolları, karayolları ve köprülerin yapılması, korunması ya da onarım ve tadili gibi, işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen süreler, çalışma süresinden sayılmıştır.
6.2. İş kazası yönünden mevzuat hükümleri:
6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun 3/g maddesine göre, “İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay, iş kazasıdır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. Maddesine göre ise iş kazası;
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır.
6.3. O hâlde bir olayın iş kazası olması için,
a) Öncelikle kazaya maruz kalanın (bedenen ve ruhen engelli hale gelenin) sigortalı olması,
b) Olayın iş yerinde meydana gelmesi gerekir.
İş yeri kavramına, işverenin doğrudan veya dolaylı kontrollü altındaki yerler ile İş Kanunu uyarınca çalışma süresinden sayılan işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan iş yerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen sürelerin geçtiği yerler, araçlar da işyerinde sayılacaktır. O hâlde işveren işçileri işyerine araçla evlerinden alıp götürüyor ve iş bitimi de evine bırakmakla yükümlü ise sigortalının bu geliş ve gidiş sırasındaki zamanı işyerinden olup işverenin gözetme borcu kapsamında kalmaktadır.
Nedensellik (illiyet) bağı, işverenin iş sözleşmesine dayalı olarak kanundan kaynaklanan icrai veya ihmali yükümlülüğünü yerine getirmemesinin sonucu olarak meydana gelen zararın, yükümlülüğün yerine getirilmemesinden kaynaklanmış olmasını ifade eder. Bu nedenle, iş kazası sonucu meydana gelen zarara, işverenin yükümlülüğünü yerine getirmemesinden başka nedenler sebep olmuşsa, nedensellik bağı bulunmayacaktır.
Önemli belirtilmelidir ki işverenin kusurlu davranışı ile eylem (kaza arasında) uygun illiyet bağı yoksa bu durum iş kazası olgusunu ortadan kaldırmaz. Bu işverenin sorumluluğunu etkiler. Kusur sorumluluğunda üç halde illiyet bağı kesilebilir. Bunlar, mücbir neden, zarar görenin ve 3. kişinin ağır kusurudur.
6.4. Sosyal güvenlik hakkı, anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış, temel sosyal haklardandır. Sosyal güvenlik toplumsal risklere karşı bireyin korunma hakkıdır. Sosyal devletin gerçekleşme aracı olan sosyal güvenlik kavramı özde, bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan olaylara karşı bir güvence arayışının ürünüdür. Tehlikeyle karşılaşan bireye asgari bir güvence sağlamak, onlara insan onuruna yaraşır asgari bir yaşam düzeyini temin etmek sosyal güvenliğin varoluş nedenidir. Dolayısı ile sigortalı olan bir kişinin, beden bütünlüğüne yönelik eylemin, özellikle çalışma şartları içinde iş kazası olarak değerlendirilmesi, bu temel hak kapsamındadır.
7. Somut olayda, davacıların ölen murisi sigortalı, davalıya ait servis aracı ile eve getirildiği sırada, işverenin sorumluluğundaki araç (işyerinden sayılır) arıza yapmış ve ölen sigortalı dahil tüm işçiler araçtan inmişlerdir. Tanık anlatımlarına göre aranan işveren işçileri evlerine bırakmak için araç göndereceğini belirtmesine rağmen, sigortalının diğer bir kısım işçiler ile arıza yapan araçtan uzaklaştıkları ve sigortalının karşıdan karşıya geçerken başka bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır. Tanıklar, araç arızalandıktan sonra davacı ile bankamatikten maaş çekmek için ayrıldıklarını beyan etmişlerdir. Aslında davacının işveren tarafından bankaya yatırılan ücretini almak amacı ile hareket ettiği de görülmektedir.
8. Sonuç: Ölen sigortalının ölüm olayı işe geliş ve gidiş sırasındaki zamanda, kısaca işverenin gözetme borcunun devam ettiği yer içinde meydana gelmiştir. Araç arızalanmasa idi işçi evine kadar bırakılacaktı. İşveren aracının arızalanması, uygun illiyet bağı kapsamında da değerlendirilebilir. Ölen işçinin kaza yapan araç nedeni ile gönderilecek aracı beklemeden ayrılması davranışı, onun kusurunu, dolayısı ile işverenin sorumluluğunu etkileyecektir. Bu durum iş kazası olgusunu ortadan kaldırmayacaktır. Bölge Adliye Mahkemesinin “kazanın 5510 sayılı Kanun’un 13. maddesindeki işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında kapsamında olduğu ve bu nedenle somut olayda meydana gelen kazanın iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiği” yönündeki gerekçesi isabetli olup direnmenin onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılınmamıştır.

SAYIM HUKUK BÜROSU AKHİSAR/MANİSA

İŞ KAZASI DAVALARI İŞÇİ AVUKATI TAZMİNAT DAVALARINA İLİŞKİN..

1 2 3
Konuşmayı Başlat
Whatsapp
Merhaba
Size nasıl yardımcı olabiliriz?